Çokluk yeterli midir?

NİCELİK DOLUDİZGİN FAKAT NİTELİK YAYA
Ortalık çokluktan geçilmiyor.
Niceliği övelim fakat niteliği de bilelim.
209 üniversitede binlerce diploma üretiyoruz.
Ancak beceri ve bilim üretenimiz ne kadar?

Gereklidir ama yeterli değildir. Eğer bir kavramın hacmini büyütürken içini boşaltırsan ne olur? Olacağı şudur; sayısını abartır, şişirir, değersizleştirirsin. Buna niteliksiz büyüme diyoruz.

Misal enflasyon böyle bir şeydir. Fiyatlar şişmiştir ama cebindeki para yetersizleşmiştir.

Eğitimden bir örnek; Mühendislik fakültesindeki profesörün itibarı, 1970’lerdeki endüstri meslek lisesi öğretmeninin itibarından  düşüktür.

Bugün iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı, ülkedeki liselerde görevli öğretmen  sayısından hayli fazladır.

lahiyat fakültelerindeki öğretim üyesi sayısı, 1970’lerde imam hatip liselerindeki meslek dersi öğretmenlerinden fazladır.

Sayılar doludizgin artmış ancak kalite yaya kalmıştır. Zira eğitim kalitesinin ölçüm değerleri, nicelik rakamlarından ayrı düşmüştür.

Okulları diploma fabrikasına dönüştürdük ama beceri kazandırma geride kaldı. Bize düşen, niceliği değil niteliği arttırmaktır.

  ARAMIZDA LİYAKATİ ARAYIP SORANIMIZ VAR MI?

DEVAMINI OKU

Dil varlığın evidir

OKU Kİ DİLİN GENİŞLESİN
Kitap okumayan ile okuma yazma bilmeyen arasında pratikte fark yoktur.
Hayatını 300 kelimeye sıkıştıran nesille değil aya, yarına dahi varamazsın.
Türkü dinle, kitap oku ve zihnin gelişsin.

Filozof Heidegger böyle diyor. Konuşulan dilin, kullanılan aksanın bile insanların algıları ve hayatı anlamlandırmaları konusunda son derece önemli bir role sahip olduğunu söyler.

Bizim Güldür Güldür ekibinin başarılı skecinde İsmail ise hayatı 5 kelimeye indirgemiş; Aynen, sıkıntı yok, eyvallah, yâni, ne alâka…

Ne yazık ki günümüzde kendini ifade için çok az kelime ile yetiniyoruz. İnsanın anadili, kendisini kâinatta ifade edebileceği tek mantıktır.

Ana dilimiz, bizim için ana sütü kadar gereklidir. Hal böyle olunca Türkçe için tehlike çanları çalıyor. Gençler kitap okumuyor, kelime dağarcıkları azaldı, kendilerini ortalama 300 kelime ile ifade eder oldular.

Halbuki dilimizde 100 binden fazla kelime var ve bize ana sütümüz kadar hak ve helâl. Kitap okumak; dili geliştirmenin en belirgin yolu…

Önerim şudur; anadilinizi sevin, geliştirin. Kitap okuyun ve bol bol türkü dinleyin… Evreniniz genişleyecek, daha anlaşılır olacaksınız.

         ANADİLİNİ KAÇ KELİMEYLE KONUŞUYORSUN?

DEVAMINI OKU

Güncelle ya da yükselt

İYİLEŞTİREMİYORSAN YENİDEN TASARLA
Mevcut yapı, gün gelir işlemez olur.
Çünkü güncelleme ile yapılacakların bitmiştir.
O halde sistemi yükseltmek gerekecektir.
Salgın, bu fırsatı sundu bile…

Korona, ekonomileri kapatmakla kalmadı, mevcut yapıları da yeniden düşünmemizi sağladı. Neremiz çürük, hangi alanlar iyi ve neyi güncellemeliyiz neyi de yeniden tasarlamalıyız?

Bilgisayarı olanlar bilir. Zamanla sizin yazılımınız güncelleme (update) gerektirir, yaparsınız. Ancak bilgisayarınız yazılımı kaldırmadığı zaman, donanımınızı yükseltmeniz (upgrage) gerekecektir.

Salgın sürecinde pek çok güncelleme ihtiyacı doğdu… İsteklerimiz ile ihtiyaçlarımızı gözden geçirmemizi sağladı. Gördük ki bazı isteklerimiz abartı, bazı ihtiyaçlar ise sandığımızdan da önemliymiş. İşletmelerimizde değer üretmeyen süreçleri fark ettik.

Giderebildiklerimizi vardı fakat bazıları ancak yeniden yapılanmayla çözülebilecekti.

Güncelle derken korona restorasyonunu, yükselt derken ise sil baştan tasarımı kastediyorum.

Günlük hayata dokunan yüzlerce kavram içinde dört dörtlük strateji önerim şudur; 1-korunasılar 2-güncellenesiler 3-yeniden tasarlanasılar ve 4-terkedilesiler.

Aklın ve yüreğin birlikte karar verecektir.

     SENİ HAYATTA TUTAN SİSTEMİN GÜNCEL Mİ?

DEVAMINI OKU

Bırak çocuğun konuşsun

18 YAŞIMA DEK BENİ ANNEM SESLENDİRDİ
‘Sus küçüğün söz büyüğün.’
İyi de küçüğü susturup onun adına siz konuşursanız, o nasıl büyüyecek?
Hem ona; ‘annesi’ diye hitap etmek niye?
Bir adı yok mu? Adını siz koymadınız mı?

Eğer konuşabiliyorsa, neden onun yerine sen konuşuyorsun?

Ağzı var dili yok çocuk yetiştirmek başarı mı? Örnek mi?

-Nasılsın yavrum? –İyi amcası, okuyor.

-Aç mısın? –Yedi geldi. –Çay içer misin? –Yok, sevmez.

Çocuğuna sorulana sürekli kendisi cevap veren ailelere birkaç kelâmım var; Öncelikle çocuğunuza adıyla hitap edin;

Anne; ‘annesi’ diye sesleniyor. Abla; ‘ablası’ diyor. Teyze; ‘teyzesi’ diye seviyor yeğenini… Oysa onun bir adı var ve o çocuğun nesi olduğunuz üzerinden iletişimi kurmak, yanlış…

Unutmayın ki bir kızı hanımefendi yapacak olan; onun bize davranışlarından ziyade bizim ona nasıl davrandığımızdır.

Bir erkeğe beyefendi gibi davranırsan beyefendi olacaktır.

Çocuk, kendini ifade edebilme becerisini bebeklik çağından öğrenmiştir ve ona sorulan sorulara, ana babasının cevap vermesine gerek yoktur. 

Bırakınız çocuğunuza sorulanlara kendisi cevap versin, sizin dublajınıza ihtiyacı yoktur. Onun yerine konuşursanız, büyüdüğünde de sesini keseceklerdir.

       NEDEN ÇOCUĞUNA ALTYAZISI GEÇİYORSUN?

DEVAMINI OKU

Güçperest olmayın

BENİ GÜCÜMDE DENE
Zayıfken adilim zira adalet beni korur.
Ama bana güç ver ve bak; hala adil miyim diye…
Ezilmişlikten sonra güce erişmiş isem etrafımı güçperestler saracak, ben de onları gücümle ezeceğim.

Güçperest; yani güce tapan demek. ‘Ezilmişliğin kötü yanı; insanı nesne konumuna indirgemesidir’ der Hasan Onat.

Nesne konumuna indirgendiğiniz andan itibaren sizin ciddi bir insanlaşma sürecine ihtiyaç vardır. Eğer insanlaşmayı yaşamadan güçle tanışırsanız, sadece güçperest olursunuz.

Sizi insan yapan hasletlerinizi kaybedersiniz. Bu durumda gücü olanlar hoyrat davranır, o gücün ezdikleri veya o güce yanaşanlar da güçperest olur çıkar.

Etrafınıza bakın, güç sahiplerinin her yanı, o güce tapanlarla çevrilmişi durumda… Güç sahipleri, ezilmişlikleri ardından ele geçirdikleri gücü hoyratça kullanma eğilimindeler. Zira o gücün getirdiği ağır sorumlulukları öğrenememişlerdir henüz.

Güç; para, mevki, siyasi ikbal veya nüfuz olabilir. Sorun, güç sahiplerinin kötü davranışı kadar o güce tapan güçperestlerin ahlaki erozyon yaşamalarıdır.

Ahlak öğütücü güçten uzak durun. Taptığınız güç, daha fazla biat talep edecek, siz güçperest oldukça ahlaki çürüme artacak, toplum; değerlerinden uzaklaşacak.

        GÜCE TAPAN MISIN, GÜCÜNLE EZEN MİSİN?

DEVAMINI OKU

Eleştir ama öneri getir

HAKSIZ ELEŞTİRİN, GİZLİ ÖVGÜN OLMASIN?
Övgü bekleyebilir ama eleştiri gereklidir.
Ancak öneri getirerek yapılırsa…
Sürekli eleştirenler; genelde başarısızlardır.
Yapıcı eleştiri ise bize ayna tutar ve geliştirir.

Dünyanın en kolay işi, yapılanı söyleneni eleştirmektir. Sen yapamamışsın ama yapana kusur bulursun. Bulalım elbette ancak öneri getirerek… Eleştiri belki güzel bir şey değildir  ama gereklidir. Ağrı ile aynı işi görür. Çünkü ağrı, vücuttaki arıza habercisidir.

Ben, övgüden ziyade eleştiriye ihtiyaç duyarım. Çünkü her eleştiri, bana tutulan aynadır. Ancak o sayede kusurumu görür, kendimi geliştirme fırsatım doğar, zenginleşirim.  Ama gereksiz, yerli yersiz eleştirinin fazla hükmü olmaz.

Altın kural; eleştiriyorsan en az 1 öneriyle yap bunu. Dinlemeden anlamadan eleştirme. Önerin yoksa sus. YARGI yerine ANLAMA gayretin olsun.

Eleştirdiğin, belki de senin anlayamadığındır. 2 kulakla 2 dinle, 1 ağızla 1 kez eleştir. DOZU kaçırma,

USLUBUN yumuşak olsun, kırıcı değil. Unutma ki basit insanlar kendilerinin anlama yeteneklerinin üstüne çıkan her şeyi eleştirirler.

Eleştiri kaldıracak kadar büyük değilsen, övülmeye değmeyecek kadar küçüksündür. Önerisiz eleştiri, yok hükmündedir.

        SEN YAPICI ELEŞTİRİYİ KALDIRABİLİR MİSİN?

DEVAMINI OKU

Ey liyakat neredesin?

BEYNİNİ KULLAN, KORKMA; BİTMEZ…
Zor zamanlar; ne yaptığını bilen güçlü beyinlerle aşılabilir.
#Korona krizinden az hasarla çıkmak istiyor musun?
O halde liyakati ara, bul, kabiliyetlerle çalış…

İddiam odur ki beyin açığı, cari açıktan daha önemlidir ve eğer liyakati bulup yüceltirsek daha mutlu bireyler haline gelebiliriz. Beyin göçünü önler, kabiliyeti bulup yüceltiriz.

Ancak sorun şu ki liyakatten ziyade sadakati önceliyoruz.

Sadakat kötü bir şey değildir. Ama sadakat sahipleri eğer liyakatli değilse, bugün sana sadık olan, yarın bir başkasına sadık olabilir. Oysa liyakat sahibi, aynı zamanda işine sadık insanlardır.

Şu anda dünya ekonomileri Korona yüzünden zor durumda. Yalnızca devletler değil, kurumlar, şirketler zor zamanlardan geçiyor. Biliyoruz ki zor süreçler ancak bilimle, liyakatle aşılabilecek.

Cahil sadıklar yerine liyakat sahiplerini arayıp bulmalı ve yönetimin tüm kademelerine onları taşımalıyız. Aksi halde? Olacağı şudur; cahil insanlar her şeyi bildiklerinden, öğretilemezler de… İşletmen batar sen de kriz içinde daha derin kendi krizinin kurbanı olursun.

Şayet olağanüstü zamanlarda bilimi, bileni, liyakati arayıp bulmaz isen başın büyük belaya girer. Benden söylemesi…

         KABİLİYETLİ KAÇ İNSANLA ÇALIŞIYORSUN?

DEVAMINI OKU

Akıllı ol, ukala değil

YARIM DOKTOR CANDAN EDER
YARIM USTA BİNADAN EDER
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar;
Bu sözüm size; Lütfen akıllı olun, ukala değil.
Cehaleti çoğaltmayın.
Gerçek uzmanların sesini bastırmayın.

Farkında mısınız; ortalık uzmandan geçilmiyor. Tahsili veya birikimi olsun olmasın, mikrofon uzatılan, bir anda o konuya dair ‘uzmanca’ fikirler sıralayıveriyor. ‘Bilmiyorum’ diyene pek rastlamıyoruz. Konu ne kadar yeni, karmaşık olsa bile anında ‘uzmanca ukalalık’ dökülüveriyor ağızlardan. Yeter ki gündemden bir konu olsun bu… Sorun Korona ise herkes tıp alimi kesiliyor. Sorun deprem ise anında jeolog oluyorlar.

Konu kaya gazı ise anlı şanlı profesör dahi, uzmanlık alanı farklı olsa da sanki kırk yıldır bunu çalışmış gibi ötüveriyor.

Ötmek diyorum zira derinliksiz, klişe kelimeler ve oradan buradan kulağına çalınmış cümleleri aktarıyor TV ekranına.

Yeter ki şöhretli biri olsun. Şöhreti ona her konu hakkında konuşma yetkisi tanıyormuşçasına… Akıllı olmak harikadır. Ancak ukala olmak; değildir. Fikri fukara olan ukala olur derler. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi gibi davranmakla ne toplum aydınlanır ne de tartışılan sorunlar çözülebilir.

Gelin, gerçek uzmanlara sözü bırakın ve zihin kirletmeyin.

          SEN ARTİSTSİN, TIP UZMANI DEĞİLSİN Kİ?

DEVAMINI OKU

Yollarda kurban olma

FRENE DEĞİL KURALA GÜVEN
Acele eder ecele gider olma.
Seni hayatta tutacak olan fren değil, trafik kurallarıdır.
Kurban Bayramı, senin TRAFİK KAZASI KURBANI olman anlamına gelmiyor.
KURALLARA UY.

Kurban Bayramı ve yollar. Tıklım tıklım. Turizm yöreleri ve memleket ziyaretleriyle yollar araç dolu. Bu zaten yeterli sıkıntı verecek ama daha beteri; trafik kazalarındaki artış. Çok sayıda insanımızı trafik kazalarında kurban veriyoruz.

Hatalı sollayanı, hız sınırını aşanı, araç bakımı yaptırmayanı ile kaza riskleri olağanüstü artıyor. En büyük sorun, sarhoş ve hız düşkünü sürücüler. Oysa hızlı gitmekle büyük riskler alınıyor.

16 km yol 80 km hızda gidersen 12 dakika tutar. Kazada ölme riskin X birim ise 120 km hızda bu risk; 6’ya, 136 km hızda ise 12’ye katlanıyor.

Soru şudur; bu bayramı zehir etmek zorunda mıyız? Hız yapıp ölmek veya ölüme sebebiyet vermek mecburiyetinde miyiz? Elbette değiliz. O halde bu sürat niye?

Biraz dikkat ve sabır, seni ve aileni ölümden beri tutacaktır. Geç olsun da güç olmasın. Kaza yapınca her şey için daha geç olacaktır; bunu unutma…

Sinyal kolu, orada süs için bulunmuyor, sapacaksan sinyalini ver ki arkandan gelenin de seninle aynı trafiktedir, bunu bil.

          TRAFİK KURALLARINA UYSAN, ÖLÜR MÜSÜN?

DEVAMINI OKU

Tarım olmadan asla!

SEN AĞA BEN AĞA… İNEĞİ KİM SAĞA?
İnekler sağılmıyor.
Olanları sağıyoruz da sayıları azalıyor.
Herkes sağmadan süt, üretmeden gıda talebinde…
#Korona diyor ki; gıda hayatidir.
Tüket! Ama üreterek!

Koronadan insanoğluna kalabilecek öğretiler arasında gıda en hayati olanların başında geliyor. Tıpkı sağlığın önemi gibi.

Salgın sürecinde tüm ekonomiler kapanmışken dahi gıdaya dair işler, durmadı hatta arttı. Tarım meğer ne kadar da önemliymiş… Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, maddiyat dilediğince artsın, yine de sağlık ve gıda ihtiyacı sürecektir.

Temel sorun, gıdayı kimin üreteceğidir. Eğer bunu başkası sizin için yapıyorsa, gelecek riskiniz vardır. Bu da herkesin gıda teminine dair duyarlılığı olması gerektiğini gösteriyor.

Gıda sektörün işidir, ben neden düşüneyim?’ Salgına dek geçerli olan bu görüş şimdi değişiyor. Eğitim içeriklerinde gıdaya ve tarıma daha fazla yer vermek zorundayız.

Çocuk, etin süpermarket raflarında yetiştiğini sanıyor. O market bir gün kapandığında, gıdayı nasıl temin edebileceğiz? Çok kişi biliyorum salgınla birlikte tarıma ilgi duymaya başladı. Bu, bence harika haber. Bilgi toplumunda da acıkacağız.

Üstelik, elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz…

         BİZ ÜRETMEZSEK BİZİM İÇİN KİM ÜRETECEK?

DEVAMINI OKU