Eğitilerek hayatta kal

OKULLARA DEPREM DERSİ KONULSUN

1-Deprem, bizim kaçınılmaz gerçeğimiz.

2-Öncesinde; neler yapmamalıyız?

3-Sırasında; nasıl davranmalıyız?

4-Sonrasında; nasıl hayatta kalmalıyız?

5-Sahi, deprem dersi koymak günah mı?

Arkamızdan fay kovalıyor adeta…

Deprem fırtınası devam edecek ve biz zihin yapımızı değiştirmiyoruz.

Deprem ülkesinde deprem eğitimini zorunlu hale getirmiyoruz.

İlkokuldan başlayarak çocuklarımıza deprem gerçeğiyle yaşamanın pratiğini öğretmeliyiz.

Askerlik sürecinde ülke savunması için eğittiğimiz gençlerimize, deprem dersi veremez miyiz?

Onlar da terhis olduklarında kendi aileleri, eşleri, çocuklarına bu bilinci aşılayabilirler.

Hollanda; suyla mücadele ile varlığını sürdüren bir ülke…

Toprağının %40’ı, suları bentlerle durdurarak kazanılmış.

Orada çocuklara yüzme dersi, zorunludur.

Üstelik 3 kademede…

Birincisinde su üstünde kalma, ikincisinde başkasının hayatını kurtarma, üçüncüde ise bir diğerini eğitme…

Onların derdi su ve bizim derdimiz ise deprem.

Oysa biz sanki deprem gerçeği yokmuş gibi davranıyoruz.

Deprem öncesi yapılacak işler, deprem sırasında nasıl davranılacağı, deprem sonrası hayatta kalma, kurtarma dersleri olmalı.

Deprem değil bina öldürür diyoruz ya…

Deprem değil cehalet öldürür.

Cehalet ölümcüldür zaten.

NEDEN DEPREM DERSİ KONULMAZ?

DEVAMINI OKU

Organize cehalet

CEHALETİ YAYMA BİLİMİ

1-Gerçek cahil; bilmeyen değil,

2-Bilgiye ihtiyaç duymayandır.

3-Agnotoloji; şirketlerin,

4-Kişilerin menfaatleri gereği,

5-Nasıl yanlış bilgi yaydığını inceleyen bilgisizlik bilimidir.

Cehalet, giderilebilir bir şeydir.

Cahil olduğunu bilirsin, merak ettiğini, öğrenirsin; geçer.

Ancak cehaletin bir türü var ki onunla baş edilemez; cahil olduğunu dahi bilmemek.

Günümüzde bu echel-ü cahil (cehaletinin de cahili)  tipler, teknoloji ve medya sayesinde giderek organize oluyorlar.

Misal deprem mi var?

Biliyorlar.

Misal korona virüsü mü?

Gam değil, uzmanlık derecesinde biliyorlar.

Dünyayı tehdit eden virüsü kelle paça yiyerek alt edeceğini söyleyen prof lakaplı olabiliyorlar.

Einstein; ‘cehalet ne güzel; her şeyi biliyorsun’ der.

Üstelik bu cehalet, giderilemeyen türden olmanın yanı sıra teknolojik imkanlarla donatılmış durumda.

Misal bilgisayarı, TV ekranını cehaletin hizmetine verirsen daha organize ilkellikler üretmiş olursun.

Çünkü cehaleti organize etmiş, güçlendirmiş olursun.

O zaman bu cehalet, geniş halk kitlelerini etkiler, cehaleti yayar…

Çernobil patladığında; ‘aha bak bana bir şey olmuyor’ diye çayı ekran karşısında içen bakan olur, koronaya kelle paça önerirsin.  

HER ŞEYİ BİLEN(!) CAHİLLERDEN BIKMADIN MI?

DEVAMINI OKU

Okumak hayatta kalma repertuarını genişletir

OKUR YAZAR OLMAYAN İLE KİTAP

OKUMAYANIN FARKI VAR MIDIR?

1-Okuyan birini görürsen;

2-Korkma git yanına otur.

3-Sana söyleyeceği, nitelikli bilgileri vardır…

4-Kütüphanelere eriş;

5-Seninle sohbete hazır yazarlar orada…

Bana okudun mu diye sormayın Kitap okumadım insan okudum / Kitabı insandan ayrı görmeyin / İnsanı sınırsın umman okudum.”

Ozan böyle diyor; yeter ki oku

Okumak; yazıya geçirilmiş bir metni, harfleri tanıyarak, sessizce, gözle çözümleyerek anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek…  

Kitap okunurmektup okunur, yazılı her şey okunur.

Okuyan, bunları hasat edendir.

Doğduğumuzda ne dil biliriz ne okuma yazma… 

Okuma bayramına dek yığınca başarısız denemeden sonra; “artık okuyanlar safındadır” kurdelesi takılır boynumuza…

Okumak bilgi hasadıdır.

Okuryazarlık, uygarlığa mertebe olmuştur.

Uluslar, gelişmişliklerine rütbe olarak okuryazarlık oranı kullanır.

Okumak; gereklidir fakat yeterli olmayacaktır.

Zira okumak yetmez, anlamak ta gerekir.

Kuran’ın ilk emridir. Okumak, insanı primattan ayıran en değerli eylemdir.

Biliyoruz ki primatlar okumaz, okuyamaz.

ÇÜN OKUDUN BİLMEZSİN, YA NİCE OKUMAKTIR?

DEVAMINI OKU

Kelle mi dolu kafa mı?

KELLE İLE KAFANIN 5 FARKI

1-Kelle fiziksel ifadedir

2-Kafa, beyni tanımlar

3-Kelle hayvanda da var

4-Kafa, akıllı insanda mevcut

5-Kelle doluysa kafa olur

Kafalı olmaya bak.

Kellenin varlığına fazla güvenme…

Platon; “boş bir kafa; şeytanın çalışma odasıdır” der.

Kastettiği kafa ile kellenin ayırtıdır aslında.

Kelle fiziksel büyüklüğü işaret eder.

Ancak o kelleyi bilgibeceri ile doldurmamışsan, şeytan oraya yerleşir ve bedeni zora sokacak her türlü kararı kendisi alıverir.

Boş kellenin yaratıcılığı yoktur ama dolu kafanın vardır.

Her kafa, fikir fabrikası olabilir.

Ziya Gökalp, üç farklı kafadan söz eder;

1-depo kafa (kelle); aldığı her uyarı veya bilgiyi depolar durur. 

Malümatfuruş dedikleri kafa türüdür.

Nokta enformasyonu taşır ama bilgiye dönüştüremez.

2-Antrepo kafa; 5 duyu ile topladığı her şeyi, işlemeden konuşma veya hareketleriyle bir başkasına nakleden (baş) davranışı gösterir.

Medya veya veri merkezlerinin işlevini görür.

3-Fabrika kafa; beş duyuyla aldığı her veriyi işleyen, ondan yeni fikirler, katma değerler üretendir.

Gerçek kafa; işte budur.

Neticede kafa, seni hayatta anlamlandıran, baş; seni yönlendiren, boş kelle ise bedeninin taşıdığı yüktür.

  OMUZLARININ ÜSTÜNDE   TAŞIDIĞIN HANGİSİ?

DEVAMINI OKU

Organize cehalet

CEHALETİ YAYMA BİLİMİ

1-Gerçek cahil; bilmeyen değil,

2-Bilgiye ihtiyaç duymayandır.

3-Agnotoloji; şirketlerin,

4-Kişilerin menfaatleri gereği,

5-Nasıl yanlış bilgi yaydığını inceleyen bilgisizlik bilimidir.

Cehalet, giderilebilir bir şeydir.

Cahil olduğunu bilirsin, merak ettiğini, öğrenirsin; geçer.

Ancak cehaletin bir türü var ki onunla baş edilemez; cahil olduğunu dahi bilmemek.

Günümüzde bu echel-ü cahil (cehaletinin de cahili)  tipler, teknoloji ve medya sayesinde giderek organize oluyorlar.

Misal deprem mi var?

Biliyorlar.

Misal korona virüsü mü?

Gam değil, uzmanlık derecesinde biliyorlar.

Dünyayı tehdit eden virüsü kelle paça yiyerek alt edeceğini söyleyen prof lakaplı olabiliyorlar.

Einstein; ‘cehalet ne güzel; her şeyi biliyorsun’ der.

Üstelik bu cehalet, giderilemeyen türden olmanın yanı sıra teknolojik imkanlarla donatılmış durumda.

Misal bilgisayarı, TV ekranını cehaletin hizmetine verirsen daha organize ilkellikler üretmiş olursun.

Çünkü cehaleti organize etmiş, güçlendirmiş olursun.

O zaman bu cehalet, geniş halk kitlelerini etkiler, cehaleti yayar…

Çernobil patladığında; ‘aha bak bana bir şey olmuyor’ diye çayı ekran karşısında içen bakan olur, koronaya kelle paça önerirsin.  

HER ŞEYİ BİLEN(!) CAHİLLERDEN BIKMADIN MI?

DEVAMINI OKU

Faydasız bilgiyi boş ver

ÖĞRENDİĞİMİZ HAYATTA NE İŞİMİZE YARAYACAK?

1-Okullarda çocuklara;

2-Kullanabilecekleri bilgiler versek,

3-Ezbersiz eğitimi sağlamış oluruz.

4-Bana ne midyenin sindirim sisteminden?

5-Bana hayatımı yönetecek bilgiler verseniz?

Korona gösterdi ki bilimsiz olmaz.

Bunu zaten biliyoruz ama nedense bilgi yerine kanaatlerimizle hareket ediyoruz.

Çok sayıda okulumuz var ki temel soruya cevap bulamıyor.

Soru; ‘öğrendiğimiz hayatta ne işimize yarayacak?

Sırf müfredat böyle belirlenmiş diye, talep edilmeyen bilgi çocukların aklına kazınıyor.

Oysa ezber eğitimin zararları sürekli dilimizde…

Acaba okullarda, ezbere yönelik değil de uygulamayla belletilen bilgilere ağırlık versek nasıl olur?

Bu bilgiler, hayata geçirilmekle içselleştirilebiliyor.

Değilse sınav bitene kadar akılda tutuluyor sonra unutulup gidiyor.

Açıları, sınıfın giriş kapısının altına çizilmiş yarım daire ile gösteren bir okul görmüştüm.

Basit ama etkin yöntemdi.

O kapıdan işleyen çocukların dardikgeniş açıya dair kesin bilgileri oluşmuştur.

Hayatları boyunca işe yarayacak…

Eğitim müfredatını güncellemek ve bunu yaparken hayata geçirilecek bilgilerle zenginleştirmek gerekir.

Zira yarışta olduğumuz dünyanın başarılı ulusları bu yöntemleri deniyor.    

İŞİNE YARAR BİLGİYİ   VERSELER ALMAZ MISIN?

DEVAMINI OKU

Matematiği sevdirmeliyiz

HESAPSIZLIĞIN SONU HÜSRANDIR

1-Matematik, her yerde ama onu sevmiyoruz.

2-Karekök unutuldu.

3-Pi sayısı uzaylı, çarpım tablosu dökülüyor.

4-Dört işlem dahi zayıf.

5-Matematiği sevdiremezsek uygarlıkla hesabımızı kesiverirler.

Tabii ki önce biz sevmeliyiz ki çocuklara sevdirebilelim.

Matematik; biçimlerin, sayıların ve niceliklerin yapılarını, özelliklerini, aralarındaki bağıntıları tümdengelimli akıl yürütme yoluyla inceleyen ve aritmetikgeometricebir gibi dallara ayrılan bilimin adı…

Eğitimi, çocukluktan başlar mezara dek sürer.

Ancak okullarımızda en az sevilendir.

Matematik bilmeyen uluslar; hayatı çevreleyen ilişkileri bilemez, okuyamaz. 

Hesapsız adımların sonu uçurum olur.

Etrafımızı kuşatan hayata bakın; her şey matematiktir.

Ancak biz onu sevmiyor, sevdirmiyoruz.

Misal karekökün önce neden gerekli olduğunu unuttuk, sonra da hesabını

Çarpım tablosunu dahi bilmeyen nesiller sosyal medyada beğeni rekorları kırabiliyor. 

Pi sayısı sanki bize marstan gelmiş uzaylı gibi…

Matematikten nefret eden nesil ile değil uzaya, lavaboya dahi gidemezsin.

Bize matematiği sevdirebilen öğretmenler gerek.

Matematikte iyi olmalıyız.

Yoksa birileri kolayca hesabımızı keser.

  ONU SEVMEYECEK   NE YAŞAMIŞ OLABİLİRSİN?

DEVAMINI OKU

Dünyaya insan ekmek

BEYİN GÖÇÜ MÜ BEYİN GÜCÜ MÜ?

1-Yurtdışına göçen beyinlerimizi;

2-Geri getirmek için çırpınıyoruz.

3-Oysa dönenleri;

4-Mobbing, cahil yöneticiyle bin pişman ediyoruz.

5-Bırakalım beyinler yeşereceği yerde kalsın…

Nitelikli beyinlerimizin yurt dışına gidişi hızlandı.

Acaba neden?

Beyin göçüyle gidenlerin ortak dili; ‘liyakatinin işe yaramaması…’ 

İster üniversitelerde ister işyerlerinde veya kamuda olsun, nitelikli beyinleri tutamıyoruz.

Fırsatı bulan derhal yurtdışına gidiyor.

Biz ise kök sebepleri araştırmak yerine neticeye odaklanıyor ve ‘tersine beyin göçü’ gibi projelere sarılıyoruz.

Bu projelerin neticesinde tersine beyin göçü ile ülkemize geri gelenlerin çoğu bin pişman

Ya niteliksiz bir yöneticinin altında aşağılanıyor veya yetersiz bir rektör/dekan/bölüm başkanı tarafından akademik mobbinge maruz bırakılıyor.

Mademki beyinleri burada muhafaza edemiyoruz; o halde bırakalım da  beyin, nerede yeşerecekse oraya gitsin.

Dünyaya insan ekmiş oluruz, Nobelli Aziz Sancar göçmeseydi o beyni biz çoktan kovmuştuk.

Aşıyı bulan Özlem Türeci ve Uğur Şahin çifti, bunu Türkiye’de başarabilir miydi?

Bilim, özgürlüğe akar ve ona saygı duyacak, onu geliştirecek iklime doğru yol alır.

YOK SAYDIĞIN BEYİN, GÖÇMESİN DE NE YAPSIN?

DEVAMINI OKU

Dil varlığın evidir

OKU Kİ DİLİN GENİŞLESİN

1-Kitap okumayan ile okuma yazma bilmeyen arasında

2-Pratikte fark yoktur.

3-Hayatını 300 kelimeye sıkıştıran nesille;

4-Değil aya, yarına dahi varamazsın.

5-Türkü dinle, kitap oku ve zihnin gelişsin.

Filozof Heidegger böyle diyor.

Konuşulan dilin, kullanılan aksanın bile insanların algıları ve hayatı anlamlandırmaları konusunda son derece önemli bir role sahip olduğunu söyler.

Bizim Güldür Güldür ekibinin başarılı skecinde İsmail ise hayatı 5 kelimeye indirgemiş;

Aynen, sıkıntı yok, eyvallah, yâni, ne alâka

Ne yazık ki günümüzde kendini ifade için çok az kelime ile yetiniyoruz. 

İnsanın anadili, kendisini kâinatta ifade edebileceği tek mantıktır.

Ana dilimiz, bizim için ana sütü kadar gereklidir.

Hal böyle olunca Türkçe için tehlike çanları çalıyor.

Gençler kitap okumuyorkelime dağarcıkları azaldı, kendilerini ortalama 300 kelime ile ifade eder oldular.

Halbuki dilimizde 100 binden fazla kelime var ve bize ana sütümüz kadar hak ve helâl.

Kitap okumak; dili geliştirmenin en belirgin yolu…

Önerim şudur; anadilinizi sevin, geliştirin.

Kitap okuyun ve bol bol türkü dinleyin

Evreniniz genişleyecek, daha anlaşılır olacaksınız.

ANADİLİNİ KAÇ KELİMEYLE KONUŞUYORSUN?

DEVAMINI OKU

Görgü eğitimi şart

GÖRGÜ KURALLARI DERSİ ŞART OLDU

1-Kuralsız toplum;

2-Çürümeye mahkûmdur.

3-Ortalık kaba, hoyrat davranışlarla dolu.

4-Okullarımıza görgü kuralları dersi konulsun.

5-Bu sayede ötekine saygılı bireyler yetiştirebiliriz.

Hoyratlık, her yeri kaplamış durumda… 

Sokakta, iş yerinde, evde, her yerde, görgü kurallarına duyulan ihtiyaç artıyor.

Okullarımızda şiir, musiki, estetik, resim, felsefebeden terbiyesi ve güzel sanatları çıkardı.

Böylece bugünkü hoyratlığımızı inşa ettik.

Medeniyet talebinden vazgeçtik.

Zarafeti kovduk, sanatı harcadık.

Musikiye sağırlaştık.

Estetiği katlettik.

Görgü kurallarını unuttuk.

BENcilleştik.

ÖTEKİne yabancılaştık,

Nihayet Recep İvedik 7’ye vardık.

Oysa eskiden okullarda görgü kuralları öğretilirdi. İşte birkaç örnek; 

Ayakta bir şeyler yiyip içilmez. 

Başkasının kusuru ile alay edilmez.

Emanet eşyalar geciktirilmez.

Pazarlık yaparken mal kötülenmez.

Telefon eden önce kendini tanıtır.

Hiçbir yere ağızda sigara ile girilmez.

Alay ve kötüleme ima ile bile yapılmaz. 

Toplu yerlerde yüksek sesle konuşulmaz. 

Başkasının lafı kesilmez.

Aksırırken ağız elle kapatılır. 

Yere tükürülmez. Araba kullanırken sinyal verilir.

Çekirdek kabuğu yere atılmaz. 

Hoyratlık, toplumsal çürümedir.

MUTLU MUYUZ BU HOYRATLIKLARIMIZDAN?

DEVAMINI OKU