Seni yarattım ya…

BAYRAM; YOKSULLARA DA GELİR
Bizler; ‘yardım edilmiş yoksullar’ değil,
‘giderilmiş yoksulluk’ istemeliyiz.
Bizler; biriktirdiklerimizle değil,
Paylaştıklarımızla yoksulluğu yenebiliriz.
Bugün yoksulla bayramı paylaşsak…

Adamın biri karlı bir kış günü, son model arabasıyla giderken camına yaklaşan bir kız çocuğu görür.

Ayakları çıplak kızın soğukla nasıl baş edebildiğini ve hayatta kalabildiğini  merakla, içi sızlar.

Tam da bir şeyler yapacakken, yeşil ışık yanar ve gaza basar. Ama vicdanı kırmızı ışıkta kalmıştır;

‘-Allahım; bu yoksullar neden var ve yoksullara yardım için neden bir şeyler yapmıyorsun? Ve içine o anda bir ses ilham olur; ‘Seni yarattım ya!

Hayırseverlerimizi özenle ayrı tutarak diyorum ki; Yoksullarımızı görmezden geliyor, iş ve aş vermiyor, önemsemiyor, ‘hâlin nicedir?’ diye sormuyoruz.

Halbuki bize; ‘komşusu aç iken uyuyan bizden değildir’ demişlerdi. Zekât kurumumuz vardır. Fitre vardır. Bayram sadece bizlere değil yoksula da gelir.

  BAYRAMDA YOKSUL İÇİN NE YAPACAKSIN?

DEVAMINI OKU

İşbirliği işbölümü şart

1 MT DERİN 20 KUYU MU?
20 MT DERİN 1 KUYU MU?
Bize lazım olan 20 metre derinliğinde 1 kuyu.
Zira su o derinlikte…
Oysa her birimiz; 1’er metre derinliğinde 20 kuyu açmakla meşgulüz.
İYİLER İTTİFAKI şart.

Türkiye’de ölçek ekonomisiyle başımız dertte… Ölçek veya kapsam; üretimi artırarak maliyetleri düşürmeyi hedefler.

Bize gereklidir ama fazla rağbet etmeyiz. Neden? Çünkü; ‘azıcık aşım Kaygusuz başım.’ ‘Az olsun ama benim olsun.’

Bu tutum; gayretimizi, zamanımızı, enerjimizi heba ediyor.

Ülkemizdeki 1,3 milyon şirketimiz işbirliğini pek sevmez. Güç birliği, değişen rekabet şartlarında hayatta kalmanın yoludur ancak bu konudaki gayretimiz, bir diğerine güven duymadığımız için yetersizdir.

Ortaklıklar zaten azdır ve olanlarının ömrü kısadır. Kasaya yakın duran ortak, diğer ortaktan daha çok kazanır nedense…

Bunu önlemek için 2012’de yasa çıkaralım dedik, son anda yine patronlar bunu metinden çıkarmışlardı. Biliyoruz ki yörede nitelikli KOBİ, bölgesel güç ve küresel marka olmak için işbirliği şart.

Oysa Allah buyuruyor ki: ‘biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum. Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.’ Bizde durum bu…

 ACABA ORTAKLIĞIMIZI NİÇİN SÜRDÜREMİYORUZ?

DEVAMINI OKU

Karar verirken dikkat!

HIZLI ve SEZGİSEL Mİ? YAVAŞ ve DİKKATLİ Mİ?
Kararlarını alırken nasıl davranırsın?
Anlık alınan kararın doğru olduğuna emin misin?
Acaba biraz daha düşünsen, aynı kararı mı verirdin?

Karar verirken nasıl davranırsın? İçine o an ne doğarsa mı yoksa düşünüp dikkat ederek mi? Çoğu kez her iki yolla da…

Bizler, sezgisel olarak doğru kararı aldığımıza inanırız. Dürtüsel kararlar iyi olabilse de her zaman öyle değillerdir. Düşünce tarzımızı başlıca 2 türlü tanımlamak mümkündür;

1-Hızlı ve Sezgisel, 2- Yavaş ve dikkatli… Örnek verelim;

1 kahve ile 1 kurabiye; birlikte 1 lira 10 kuruşa satılıyor. Kahve; kurabiyeden 1 lira daha pahalıdır. O halde kurabiye fiyatı nedir? Çoğu insan hemen 10 kuruş olduğunu söyler. Bu, hızlı ve sezgisel karar verme sürecinin neticesidir.

Ancak problem üzerine daha dikkatli düşününce; doğru cevaba ulaşılabilir. Kurabiyenin fiyatı; aslında 5 kuruştur.

Siz yine de hızlı ve sezgisel verdiğini kararlardan fazlaca emin olmayın ve bir kez daha gözden geçirin. Göreceğiniz; bazı şeylerin dikkatinizden kaçabildiği olacaktır. Sezgisel kararlar bize zaman kazandırsa da hata riski barındırırlar. Dikkatli davranmak, yavaşlatacak ama hatayı azaltacaktır.

 SEN KARARLARINI ALIRKEN NASIL DAVRANIRSIN?

DEVAMINI OKU

Kentini çek kendini çek

FOTOĞRAF EKONOMİSİNE KATKI
Dün; bakmak için fotoğraf çektiriyorduk.
Bugün, bakılmak için çekiyor ve paylaşıyoruz.
Ancak KENDİMİZİ çektiğimiz kadar KENTİMİZİ çeksek turizme büyük katkı sağlayabiliriz.

İlk fotoğraf, bundan 200 yıl önce çekilmişti. Eskiden fazla yaygın değildi. Bugün her cep telefonu, fotoğraf makinesi ve günde 1.8 milyar fotoğraf çekiliyor.

Söz konusu turizm olduğunda fotoğraf, inanılmaz önemli hale gelir. İnsanlar gördüğünü benimser, benimsediğine gider. Bugün New York diye aradığında milyarlarca fotoğrafa erişirsin. İstanbul diye aradığında, milyonla yetinmelisin ve çoğunu da bizler değil, turistler çekip paylaşmıştır.

Önerim şudur; mademki hepimizin cebinde en az 1 kamera var; kendimizi çektiğimiz kadar kentimizi de çekip, sosyal medyada paylaşsak? Bu sayede kentimizin etkin tanıtımına hizmet eder, bilinirlik sağlayabiliriz.

Özçekim merakımız had safhada. Adım başı kendimizin fotoğraf ve videosunu çekip duruyoruz. Bizler narsist miyiz ki bizi kucaklayan kentimizi görüntülerimize dahil etmiyoruz?

Böyle davrandığınızda, kentinizin dünyaya tanıtımını sağlamış olacaksınız. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nde ben öyle yaptım, kendim kadar müzeyi çektim.

  FOTOLARINA KENTİNİ DE KATSAN, ÖLÜR MÜSÜN?        

DEVAMINI OKU

Bedava; en pahalı şey!

BEDAVAYA NE ÖDEDİĞİNİ BİLİYOR MUSUN?
Bir yerde “bedava internet” görürsen veya free wifi işareti gözüne çarparsa, bil ki bunun bedeli mahremiyetindir.
Bedava peynir; yalnızca fare kapanında bulunur.

Bedelsiz olana bedava diyoruz. Oysa bedava peynir sadece kapanında bulunur. Çoğu kez, bedava sandığımız bize çok pahalıya mal olabilir. Hele ki söz konusu bilgi ise…

Bilgi; güçtür ve elinde tutana avantaj sağlar. Fakat daha önemlisi mahremiyete dair bilginin, başkası elinde silaha, avantaja dönüşeceği gerçeğidir. Şu anda 7,5 milyar insanın yaşadığı gezegende sim kart ve tablet sayısı, dünya nüfusunu aştı.

Öyle ki her saniye 2 çocuk doğarken 10 simkart aktif hale geliyor. Bunun anlamı, giderek bütün insanlık kapsama alanı içinde. Sadece para işlemi değil, sosyal medya paylaşımı ve konum cihazları sayesinde ardınızda bıraktığınız iz zaten sizin mahremiyetinizi ‘kendi elinizle ifşa’ niteliğinde…

Bunun dışında bir olgu; size ait bilgilerin ticarileştirilmesi, mahremiyetinizin pazarlanmasıdır. Bir yerde bedava wifi görürseniz bilin ki ödemeyi mahremiyetinizle yapacaksınız. Bedelini göremiyorsan, o şey bedava olmak zorunda değil.

Sorun şu ki siz bunun farkında mısınız yoksa değil misiniz…

        BEDAVANIN BEDELİNİ ÖDEYEBİLECEK MİSİN?

DEVAMINI OKU

Kamu Spotu 1 yaşında

KAMU SPOTUNU SİZCE NASIL GELİŞTİREBİLİRİM?
Tam 1 yıldır her sabah kamu spotları ürettim.
Kısa ve öz olsun istedim.
Bu sürede çok fazla tepki aldım.
Beğenen de oldu eleştiren de.
Acaba daha iyisi için ne yapmalıyım?

Geçen yıl 26 Temmuz’da başlattığım spotlar, birinci yılını doldurdu. Bu sürede her sabah kamu spotu ürettim. Günlük hayatta karşılaşılan tehditlere dikkat çekmeye çalıştım. Fırsatlara işaret ettim. Kamuya, özel sektöre, yöneticiye, yönetilene ve ziyadesiyle kendimize dair konuları işledim.

Kriterim şu oldu; yazdıklarımın hayatta karşılığı olmalı ve bir fayda üretme iddiası bulunmalı… Bazı kamu spotlarım çok fazla ilgi gördü, paylaşıldı. Bazı kamu spotlarımla tenkit edildim. Bazıları için alkışlandım. Ancak eleştirileri daha çok benimsedim.

Zaten 1 yılda günde en az 1 saatimi alan bu kısa yazılar, beni de eğitti. Hayatımda deneyimlemediğim hiçbir şeyi; kamu spotu yapmadım. Genel geçer ezberlerden kaçındım, ihtiyaç avcılığı yaparak dert edilesi sorunların ve peşinden koşulası cevapların arayıcısı oldum.

Öğrendim ki başarı; sabır, sebat, süreklilik, iyi niyet ve samimiyet ile geliyor. Fayda üretmenin kısa yolu yoktur. İnandığın şeyi aktardığında ise mutlaka onu dikkate alanlarımız olacaktır.

        KAMU SPOTU SİZE YARARLI OLABİLİYOR MU?

DEVAMINI OKU

Lâf değil iş üretelim

ÇALIŞTAYIP DURMA, ÇALIŞMAYA ÇALIŞ
Korona, webinar kelimesini hayatımıza soktu.
Bedenimiz evde fikrimiz orta yerde konuşup duruyoruz.
İyi de bunca çalıştayda hangi fikri olgunlaştırıyor, ne değer üretiyoruz?

Lâfla peynir gemisi yürür mü? Ben görmedim ama deneyeni gördüm. Özellikle bedeni mekâna hapseden ama sözlerimizi ortalığa saçan salgın sürecinde, çok fazla lâf üretir olduk.

Bir modadır gidiyor. Falanca arama konferansı, filanca çalıştayı, ortak akıl toplantısı, hele ki çalıştaylar; ortada kayda değer eylem yoktur, eylem süsü verilmiş beyhude gayretler vardır.

Yabancının workshop dediği, bireylerin  ortak konu üzerinde çalışmalarını, düşünmelerini sağlayan  uygulamalı bilimsel öğretim tekniğinin adı bu. Katılımcıları konuya dair seçilir, problemi tanımlar ve bulunan çarelerin  uygulanmasına yönelik sonuç; raporlanır.

İyi de yüzlercesine katılan biri olarak ne sonuç gördüm ne de uygulamaya geçen çözüme tanık oldum. Arama konferansı, ortak akıl seansına ne demeli? Günün sonunda neyi aradığını unutuyor, ortak  akıl denilen; vasat çalışmaz bazı fikirler ile kala kalıyorsun.

Zamanımıza yazık değil mi? Kitlesel kaytarma yöntemi…  Çalışır görünüp değer üretemeyiş olmamalı çalıştaylar…

     SONUÇ ALDIĞIN ÇALIŞTAY HATIRLIYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Ortalıkta ne çok silgi var

GİRİŞİMCİ BİR TANE DURDURUCU BİN TANE
Düşünür, bulur, gayret eder, üretirsin.
Bu girişimini, çoğu kişi engeller.
Elinde silgileriyle dolaşan yığınlara bak.
Seni silmeyi başaramayınca da başarına ortak oluverirler.

Yeni farklı şeyler önerenlerin bilmesi gereken, bu yüzden çok fazla hırpalanacaklarıdır. Durum bu diye vazgeçmek mi? Asla… Ancak eziyet görüleceği kesindir. Öncelikle farklısın ve tehdit oluşturuyorsun.

Zira insan kendine benzeyenleri benimsemeye yatkındır. Ayrıca yeni şeyler söylüyorsun da bakalım bu yeni şeyler bize faydazarar mı getirecektir?

Yetmedi; sana direneceğiz ve sen hala vazgeçmemişsen biz ancak o noktadan sonra seni benimsemeye başlayacağızdır.

Düne dair mevcut ezberi bozan, güne dair yeni şey söyleyen ve yarına dair ilginç girişimleri olanın geçmesi gereken 4 kapı olduğunu unutma; 1– yok say kapısı, 2-alay etme kapısı, 3-savaşma kapısı ve 4– kayıtsız şartsız takdir kapısı…

Bu 4 kapıdan geçene dek vazgeçmemiş ve hayatta isen ancak o zaman kahramanımız olacaksındır. Seni yok sayan, alay eden, seninle savaşan bizler, girişiminin sonucu ürettiğin zenginlikten kendimize pay çıkaracak, belki de iş isteyecek ve senin başarına, hakkımız olmasa da ortak olacağızdır.

       SAHİ, GİRİŞİMCİYE DESTEKTE SAMİMİ MİYİZ?

DEVAMINI OKU

Bilgi yoksulu olmayın

SİBER VAROŞ TEHLİKESİ
Gezegen; daha bilgililerin yönetimine giriyor.
Makineler bile giderek akıllanıyor.
Bilgiyi reddedenler uygarlığın taşrasına düşecek.
Bilgisizler; siber varoşların habitatı olacaklar.

İnsanların zengin ya da yoksul olduğunu anlamak için hangi coğrafyada yaşadıkları önemlidir. İbni Haldun; ‘coğrafyanız kaderinizdir’ der.

Ancak bilginin etkisiyle bu önem yerini; bulunduğu eğitime bırakmaya başladı. Bill Gates ile bundan 23 yıl önce Londra’da bir söyleşi yapmıştım. Bilgiye erişimin zenginlik ilişkisine dair sorumu şöyle cevaplamıştı; ‘bir insanın zenginliğini anlamak için eskiden küredeki yerine bakardık. Eğer bu kişi Somali’de ise fakir, Londra’da ise  zengin idi.

Ancak şimdi bir kişinin zenginliğini anlamak için, bulunduğu eğitim düzeyine bakıyoruz. Londra’daki kişi eğer eğitimsizse aynı aile içinde, Somalili birinden daha fakir olabilir.

Burada işaret edilen nokta; bilgi uçurumunun, gelir uçurumunu derinleştirdiğidir. Zengin ile yoksulun derinleşen refah farkı, bilgi ile ölçülür hale geldi artık. Bilgi; üretim faktörü olarak tanımlanıyor.

Üretemiyorsan siber varoş olacak, uygarlığın taşrasına düşecek, başkasına bağımlı yaşayacak, dijital uçurumdan yuvarlanıp marabalaşaksın…

    KENDİNİ BİLGİ YOKSULU HİSSEDİYOR MUSUN

DEVAMINI OKU

Çokluk yeterli midir?

NİCELİK DOLUDİZGİN FAKAT NİTELİK YAYA
Ortalık çokluktan geçilmiyor.
Niceliği övelim fakat niteliği de bilelim.
209 üniversitede binlerce diploma üretiyoruz.
Ancak beceri ve bilim üretenimiz ne kadar?

Gereklidir ama yeterli değildir. Eğer bir kavramın hacmini büyütürken içini boşaltırsan ne olur? Olacağı şudur; sayısını abartır, şişirir, değersizleştirirsin. Buna niteliksiz büyüme diyoruz.

Misal enflasyon böyle bir şeydir. Fiyatlar şişmiştir ama cebindeki para yetersizleşmiştir.

Eğitimden bir örnek; Mühendislik fakültesindeki profesörün itibarı, 1970’lerdeki endüstri meslek lisesi öğretmeninin itibarından  düşüktür.

Bugün iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı, ülkedeki liselerde görevli öğretmen  sayısından hayli fazladır.

lahiyat fakültelerindeki öğretim üyesi sayısı, 1970’lerde imam hatip liselerindeki meslek dersi öğretmenlerinden fazladır.

Sayılar doludizgin artmış ancak kalite yaya kalmıştır. Zira eğitim kalitesinin ölçüm değerleri, nicelik rakamlarından ayrı düşmüştür.

Okulları diploma fabrikasına dönüştürdük ama beceri kazandırma geride kaldı. Bize düşen, niceliği değil niteliği arttırmaktır.

  ARAMIZDA LİYAKATİ ARAYIP SORANIMIZ VAR MI?

DEVAMINI OKU