Neden eller aya biz yaya?

BİZİM ANALARIMIZ GÖKMEN DOĞURAMAZ MI?
Uzay artık dolmuş mesafesinde.
Girişimci Elon Musk, uzayı devlet tekelinden çıkardı.
Astronotları uzay dolmuşuyla götürdü, döndü.
Bizler gökmen neslimizi yetiştiremez miyiz?

Elon Musk’un Falcon 9’u astronotları bıraktı, dünyaya döndü.

Bir girişimcinin devletlerüstü olabileceğini gösterip tarihe geçti. Uzay dolmuşu artık hayal değil ve bir sonrasında ay var mars ve diğerleri var. Peki, bu bizi neden ilgilendirsin?

Çünkü, uzay yarışında eller aya giderken biz yaya kalıyoruz.

Türkiye Uzay Ajansı’nın kuruluş kararnamesi iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gidecek kadar olan bitenin farkında değiliz.

Çünkü kendi kısır gündemimizle öylesine mest olmuş durumdayız ki kafamızı kaldırıp yukarıda neler olup bittiğine bakmıyoruz.

Çünkü uzayın parsellendiği günümüzde bunu dert edinenlerimizin sayısı son derece az.

Çünkü geleceğin zenginlik alanı uzayda olmayı, fantezi sayan yığınca okumuş okumamış cahilimiz var.

Çünkü 209 üniversitemizi bilimin ürediği yer değil, diploma fabrikasına çevirdik. Çünkü merak etmiyoruz.

Çünkü merak edenimizi sindiriyoruz.

Çünkü biat batağına zihnimizi gömdük.

Çünkü matematik sevmiyoruz.

Çünkü içimizdeki Elon Musk’ları daha doğmadan boğuyoruz.

Çünkü farklı düşünenden korkuyor, ona mobbing yapıyoruz.

         ASTRONOT KELİMESİ YERİNE GÖKMEN DESEK?

DEVAMINI OKU

Kötülere birkaç sözüm var

ŞEYTANIN AVUKATI OLMAK MI
ŞEYTANA AVUKAT KESİLMEK Mİ?
Sosyal medyada ne zaman kötüleri eleştiren şeyler paylaşsam; onları koruyanlar türeyiveriyor.
Kötüyü, yanlışı, çirkini savunanların sayısı
sandığınızdan fazla…

Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içindedir derler.

Sosyal medya; insanın içindeki kötülükleri görünür kılıyor..

Korona sürecinde bizler maske takınca bazılarının maskesi düşüyor demiştim. Bu; sosyal medya üzerinden yaptığım paylaşımlarda kendini gösteriyor. Ne zaman iyiliğe örnek paylaşsam altında çapanoğlu arayanlar sıraya giriyor adeta.

Ancak daha da beteri ne zaman kötüye, çirkine, yanlışa dair bir olay veya görsel paylaşsam, onları savunanlar bir anda ortaya çıkıyor. Savunmalara bakıyorum; vicdansızlık kadar akılsızlık örnekleriyle dolu cümleler ve çok kez hakaretler söz konusu oluyor.

Kimi, ‘ben buradayım, beni fark et’ gibi güdülerle, kimi de sırf kendini fenomen yapma gayretiyle tuhaf eleştiriler hatta hakaretler yapıyor. İsimsiz trolleri anlarım da işi gücü mesleği ortada iken kötüleri savunanları anlamak mümkün değil.

Üstelik bunu yaparken, kendilerini gerçeğin peşinde koşan, zehir hafiye  gibi gözünden hiçbir şey kaçmayan tutumları…

Komikten öte düşündürücü olan budur. Güya gerçeği arıyor ama iblisten yana saf tutuyor.

      SÜREKLİ KÖTÜLERİ TUTMAK ZORUNDA MISIN?

DEVAMINI OKU

Önce ateş edip sonra nişan almak

AKIL AKILDAN ÜSTÜNDÜR AMA
AKLI TUTULMUŞA ÇARE YOKTUR
Ekonomide alınan pek çok karar;
katılımcılıktan uzak, tek beynin ürünü…
Oysa sağlık Bilim Kurulu;
bilim insanlarının katılımcı aklıyla başarı getirdi.

Batı dillerinde hatır, gönül, vefa kelimeleri yoktur. Zira bu dili var eden sosyolojide bunların karşılığı yoktur.

Bizim dilimizde de ‘plan, vizyon, misyon, strateji’ kelimelerinin tam karşılığı yoktur. Çünkü bizde kervan yolda düzülür, gözümüzle düşünür, Önce ateş eder; sonra nişan alırız.

Korona sürecinde alınan kararlara bakıyorum. Çok azı derin düşüncenin eseridir. Çoğu panik atak psikolojisiyle, acele alınmış kararlardır.

Hal böyle olunca tedbir diye getirilen pek çok uygulama, yarattığı sonuçlar itibariyle yeni tedbir gerektiriyordur.

Kamuda durum böyle iken özel sektörde durum farklı değildir. Ben bunu, karar süreçlerindeki kibre bağlıyorum. Masanın en güçlü sesi, diğer görüşlere sesini duyurma imkanı vermezse, katılımcılık sağlanamaz.

Bu da kararın kalitesizliğini belirler. Bir delinin kuyuya attığı taşı  çıkarmak için kaç akıllı gerekecektir?

YAZIK DEĞİL Mİ?

DEVAMINI OKU

En büyük azınlık: engelliler

SOSYAL MESAFE MI SOSYAL DIŞLANMIŞLIK MI?
#Korona ile her birimiz geçici süre seyahat engelli olduk.
#EvdeKal Türkiye derken, zaten sosyal dışlanmışlık yüzünden evde bırakılan engelli yurttaşlarımızın halini daha iyi anladık.

OECD-AB ve Türkiye verilerine göre, dünya nüfusunun yaklaşık %15’i engelli bireylerden oluşuyor. Yani dünyada 1 milyar engelli var. Bu yüzden, dünyadaki “en büyük azınlık” olarak nitelendiriliyorlar. Türkiye’de ise Ulusal Engelli Veri Tabanına göre engelli birey sayısı 1.559.222. (Ancak resmi olmayan verilere göre %13 düzeyinde, 9 milyon civarında.

Bunların %27’si 0-21 yaş, %36’sı 22-49 yaş, %37’siyse 50-64 yaş arasında… Yaşla birlikte engellilik oranı artıyor: OECD ülkelerinde 20-34 yaş arasındaki engelli birey oranı %6. Bu oran 35-49 yaş arasında iki katına çıkıyor. 50-64+ yaş arasında %24’ü buluyor. 4 engelliden ancak 1’i yardım alabiliyor.

AB ülkelerinde ilkokuldan sonra okulu bırakan engelli oranı %25. Bu oran İsveç’te %11’ken, Türkiye’de %60. AB’de %29,9’u yoksulluk/sosyal dışlanmışlık riski altında, Türkiye’de bu oran %77,1 gibi rekor düzeyde…

Son olarak; engellilerin %80’i gelişmekte olan ülkelerde… Korona, engellinin halinden anlamamıza yardım eder umarım.

           HER BİRİMİZ ENGELLİ ADAYI DEĞİL MİYİZ?

DEVAMINI OKU

Açılırken saçılmayalım

HERKES DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALKACAK AMA…
Kapanan ekonomiler açılma sürecine giriyor.
Şirketler bunu iyi yönetmeli.
Aksi halde farklı riskler devreye girer.
Bilinmesi gereken, çıkışın, farklı bir gerçeğe olacağıdır.

Koronanın kapattığı ekonomiler, açılma sürecinde. Bizde de durum farklı değil. Her ne kadar ortalıkta normalleşme programları dolaşıyorsa da henüz Bilim Kurulu’ndan değiller.

Dünyaya paralel olarak ekonomik hayat canlanmaya başladı. Sorun, hayatın hangi normale döneceğidir. Uzun süredir iş dünyasıyla konuşuyorum, herkesin kendine has açılma niyeti var.

Kimi, ‘kaldığım yerden devam ederim’ sevdasında. Belli ki hiç ders almış görünmüyorlar. Kimi; ‘artık müşteri farklı ihtiyaçlarla gelecek, onlara odaklanmalıyım’ vizyonunda.

Bazısı, ihtirasından, iştahından  bir şey eksilmemişçesine ekonomi kapalı iken kazanamadığı her kuruşu, misliyle geri alma planı yapıyor.

Çoğunluğu gençlerden oluşan büyük bir kesim ise açılacak ekonomiden fazla umutlu değil. Özellikle işsizlerin hali böyle…

Dikkat çekmek istediğim; açılırken saçılmayın. Çıkış için krize girdiğin kapıya yönelme.

Zaten o kapının ardında seni kendi eksikliklerin, verimsizliklerin ve eski ezberlerin bekliyor olacak. Planını şimdiden yapmalısın.

     AÇILMA SÜRECİNDE EYLEM PLANIN HAZIR MI?

DEVAMINI OKU

Diploma fabrikası mı Meslek Okulları mı?

GENÇLERİN ÖMRÜNÜ HARCAMAYALIM
Çocukların ömründen kesip diplomaya harcamak, mantıklı mı?
Eğer işe yaramıyorsa diploma için onca zaman ve kaynağı neden feda ediyoruz?
Mesleksiz nesiller ile nereye kadar?

Korona gelip geçer de işsizlik daha uzun süre kalıcı gibi…

Ortalığı diploma fabrikalarıyla doldurduk. 209 üniversite, binlerce normal lise aracılığıyla ha bire diploma üretiyoruz.

Çocuklarımızın hayatını çalıyor, ellerine tutuşturduğumuz diplomaya; tonla para harcamamız da cabası… Peki, çözüm?

Biliyoruz ki meslek liseleri, beceri kazandırıyor. 40 ziraat fakültemiz binlerce işsiz üretiyor, KPSS kuyruğuna sokuyor

Fakat bitkiyi bilen bahçıvanımız yok. Ortalık mühendis dolu ama beceri sahibi olanlar nadir. Ülkeler bunu meslek okulu ile çözmüş. Bizde meslek liselerine itibar edilmiyor. Veliler çocuklarını mesleğe değil, diplomaya yönlendiriyor. İşsizlik 10 milyona koşarken işveren nitelikli çalışanı zor buluyor.

Korona yüzünden duran ekonomiler yavaş yavaş açılır ancak işsizlik daha uzun süre kalıcı gibi görünüyor. Çözümü biliyor ancak uygulamıyorsak, samimiyetimizi sorgulasak iyi olur.

ÜNİVERSİTELERİ MESLEK OKULUNA DÖNÜŞTÜRSEK?

DEVAMINI OKU

Koronadan ne öğrendin?

AYNAYI TUTTUM YÜZÜME
NELER GÖRÜNDÜ GÖZÜME
Salgın, hayatımızı gözden geçirmemizi sağladı.
Hatalarımız, noksanlarımızı daha net gördük.
Şimdi etkisi geçiyor, ekonomiler açılıyor.
Peki; hayatımızda neleri değiştirdik?

Salgının kapattığı ekonomiler yavaş yavaş açılıyor. Korona etkisini kaybederken hayat yeniden, normale(!) dönüyor.

Fakat bu; yeni normal. Koronanın bize tuttuğu ayna ile bazı kusurlarımızı gördük, eksiklerimizin farkına vardık.

Hayata yeni gözlüklerle bakar olduk. İhtiyacından fazlası peşinde koşma, aşırıya kaçma, ellerini daha sık yıka, fiziki mesafe kuralına uy, evde hayat var ve evinden de çalışabilirsin.

İhtiyaçların sınırlı ama seni zora sokan, sonsuz isteklerin

Rahat bırakırsan, tabiat düzeliyormuş, daha az tüketerek daha mutlu gezegen mümkün. Bilim olmadan yapamayız.

Dışarıda çalışmak zorunda olanlara saygı duymak gerekir.

Daha fazla hastane, daha çok silahtan daha önemli imiş.

Düşmanlıklar unutulabilirmiş. Başkasına yardım, kendimize yardımın en etkin yolu imiş. İnsan, lüks ve aşırı tüketmeden de hayatta kalabilirmiş. Komşu açken uyumak iyi değilmiş.

Virüs zengin-fakir, yaşlı-genç, sağcı-solcu ayırt etmezmiş.

Çare; politikacıdan şöhretten değil, bilimden gelebilirmiş.

      SALGINDAN SENİN ÇIKARDIĞIN DERS NEDİR?

DEVAMINI OKU

Yoksula da bayram

BAYRAM, YOKSULA DA GELİR
Karşılığını veremeyecek birine; bir iyilik yapmadıkça, mükemmel bir gün yaşamış sayılmazsın.
“Yardım edilmiş yoksullar” yerine; giderilmiş yoksulluk” ayırtına varanlara selam olsun.

Yoksulluk; “bir şeylerden yoksun olmak” haline denir.

Kimine göre bu günlük bir “kalori” hesabıdır. Kimine göre de hane halkının, bilmem kaç bin liralık kazancı olamaması.

Kimisi de bilgisizliğiilgisizliği yoksulluk olarak tanımlıyor.
İnsanın ihtiyaçları sınırlı fakat istekleri sonsuz. Kaynakları kısıtlı fakat iştahı sınırsız… Kısıtlı kaynaklarla sonsuz istekleri arasındaki “temel ihtiyaçlarını” karşılayamama hali de yoksulu şekillendiriyor. Bunu Korona bize gösterdi.
Yükselen değerleri topluma dayatıp, bir şekilde kendi içinde dengeye gelmiş ihtiyaç tatminini bozduk. Sonsuz istekleri “ihtiyaçmış gibi” gösterip, buna ulaşamayanları zaten “yoksullaştırdık.

Hâlbuki inancımız, “komşusu aç iken uyuyan, bizden değildir” diyordu. Onlar için zekat kurumumuz var oysa… Şükür ki yoksulu gözeten zekâtını fazlasıyla veren, binlerce hayırseverimiz var. İyi ki de varlar…

Ama yoksula sırt çevirmeyi marifet sayan da çok. Bayram; yoksula da gelir. Onlara bayram bizim elimizde…

    BU BAYRAM YOKSULLARA YARDIM EDER MİSİN?

DEVAMINI OKU

Gölgelerin gücü adına

BIRAK GÜNEŞ İÇERİ GİRSİN
Daha şeffaf yapılar,
hesap verebilirlik,
kurumsal yönetişim…
İhtiyacımız bunlaradır.
Belalar, gölge karanlığını sever.
Gerçeğin ışığına yol aç ki gölgeler yeşermesin.
#korona kötülükleri sana ulaşamasın.

Dostoyevski’nin ilginç bir duası vardır; “Allah’ım bana baş edemeyeceğim bir şey vermeyeceğini biliyorum. Sadece bana bu kadar güvenmeseydin diyorum.”

Baş edip edememe gücüne dair kaygı değil de maliyetine, ancak böylesi güzel vurgu yapılırdı. Kurumun ilk yıllarında baş edebildiğiniz dertler, büyüme sürecinde dönüşecek, belalar da ölçek değiştirecektir.

Bu dertlerin terazisi, diğer kefedeki talip olduğunuz güçle eşleniktir. Yolsuzluk, rüşvet, irtikâp ve benzeri belalar, her iklimde, her inanç sisteminde, her coğrafya ve gücün geliştiği her yapıda var olagelmiştir.

Tedbiri alınmadıkça büyümüş, ülkeleri, kurumları helak etmiştir. Bunların özrü olmaz. Risk gerçekleşir, tedbir devreye girer ve bir sonraki aşamada bu kirlenme, daha yüksek standartlı düzenlemeleri mutlaka davet eder.

Kayıp yılları hatırlıyorum; 1990’larda bu gerçeği en uzun yoldan öğrendik. Maliyetini 2001 kriziyle herkes ve her kesim ödedi. Şimdi korona var ve gölgelerin gücü devrede…

  KENDİ GÖLGELERİNDE YAŞAMAK ZORUNDA MISIN?

DEVAMINI OKU

Durma, dağı taşı ek…

TARIMDA TÜRKİYE ŞANSLI ÜLKE AMA
Ülkemizde 4 mevsim, 7 iklim, hava, su, fauna, flora, endemik, biyo çeşitlilik var fakat tarım aklımız eksik.
Dünya koronada gıdanın önemini anladı.
Biz ise henüz slogan düzeyinden öteye geçemedik.

Korona bize, tarımın önemini bir kez daha hatırlattı. Gıda ihtiyacının önemi ortada ve Türkiye tarımdaki avantajlarını henüz kullanabilmiş değil. Bakanlık, ‘dağı taşı ekelim’ diyor ama henüz düz ovaları ekemedik. Bize gereken akıllı tarım ancak bizim yapabildiğimiz geçimlik tarım. Henüz tarlalara bile ne ekeceğimiz konusunu çözemedik. Oysa bilim bize ne yapacağımızı söylüyor.

1-Önce bilime kulak verip ülkenin tarım arazilerinde hangi ürünlerin ekileceğine, piyasa talep şartlarına göre karar verilmeli,

2-araziler bütünleştirilmeli,

3-miras hukuku değiştirilip, miras ürünü bölüştürmeli ama tarım arazisinin bütünlüğü korunmalı.

4-Üreticilerin birlikte hareket etmesi sağlanmalı, örgütlenmeli.

5– Perakende yasası çıkartılarak kârın %80’inin marketlere ve aracılara gitmesi önlenmeli.

6-toprağa tohum yanı sıra bilgi ekilmeli.

7-atama bekleyen binlerce ziraat mühendisi, tarım alanında kullanılmalı.

8-tarladan mutfağa giden yolda lojistik ağı iyileştirilmeli,

9– Haller, aracılar yeniden düzenlenmeli.

       DARI AMBARI ÜZERİNDE AÇLIK ÇEKİLİR Mİ?

DEVAMINI OKU