Şimdi tam zamanı

YENİMİZ Mİ DAR BEYNİMİZ Mİ DAR?
Elin silahıyla savaşmanın zaafları ortada.
Üstelik elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz.
Bizler ihtiyaç duyduğumuz ileri teknolojiyi kendimiz üretmeliyiz.

Kötü müttefik bizi sektör sahibi yaptı ya… Şimdi kötü diğer müttefik, yeni beceri sahibi olmamızı sağlamalı…

ABD’nin F-35’i yerine Türkiye’nin T-35’i. Patriot yerine Vatansever’i… Rusya S-400’ü yerine bizim T-400’ümüz.

Anlatmak istediğim, şimdi aklımızı başımıza devşirme ve gayretlerimizi birleştirme zamanının geldiğidir. Bizler içinde bulunduğumuz mücadelenin galibi olacak isek akıl birliği yapmak zorundayız. Y

ığınca üniversitemiz, ar-ge merkezimiz, teknokentimiz var ama kritik teknolojilerde dışa bağımlı olmamızın taşıdığı riskler ortada… Rusya’dan S-400, ABD’den Patriot bekleyerek vatan savunmasını elin insafına bırakamayız.

Biliyorum ki çok sayıda liyakat sahibi genç yeteneğimiz, bilim insanımız var. Faka sorun; iyiler ittifakı olmamasında… Eğer bunca şehidimize rağmen hala savunma alanında hamle yapmayacak isek bu cennet vatanı nasıl güvende kılabiliriz?

Bu yüzden aklımızı başımıza devşirmek, birlikte kendi savunma becerilerimizi artırmak i       için gayret etmeliyiz.

DÜŞMAN SENİ BEKLER Mİ?

DEVAMINI OKU

Bedavanın bedeli

ÖDEMEYİ MAHREMİYETLE YAPIYORUZ
Bir yerde “bedava internet” görürseniz veya free wifi işareti gözünüze çarparsa, biliniz ki bunun bedeli vardır. Ödemeyi mahremiyetinizle yapacağınızdır

Bilgi; güçtür ve elinde tutana avantaj sağlar. Hele ki nitelikli bilgi ise rekabet üstünlüğü oluşturur. Bu bilgiye sahip olmayana kaybettirir.

Fakat daha da önemlisi, mahremiyetinize dair bilginin, başkasının elinde silaha  zenginliğe dönüşeceği gerçeğidir. 7.4 milyar insanın yaşadığı gezegende sim kart ve tablet sayısı, dünya nüfusunu aştı.

Öyle ki her saniye 2 çocuk doğarken 10 sim kart aktif hale geliyor. Bunun anlamı, giderek bütün insanlık kapsama alanına giriyor. Kapsama alanında iseniz; kapsanıyorsunuz da…

Yalnızca para işlemlerinde değil, sosyal medya paylaşımları ve konum cihazları sayesinde ardınızda bıraktığınız iz, zaten sizin mahremiyetinizi “kendi elinizle ifşa” niteliğinde…

Bunun dışında bir başka olgu, size ait bilgilerin ticarileşmesi ve mahremiyetinizin pazarlanmasıdır. Bir yerde “bedava internet” görürseniz veya free wifi işareti gözünüze çarparsa, biliniz ki bunun bedeli vardır. Ödemeyi mahremiyetinizle yapacağınızdır.

      BEDAVAYA NE ÖDEDİĞİNİ BİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

İnsana yatırım

ÇALIŞANI MUTSUZ FAKAT PATRONU
MUTLU ŞİRKET GÖRMEDİM HENÜZ
Müşterinden önce çalışanını mutlu et.
Ancak bu sayede müşterin velinimetin olur.
Değilse, bugün sana sadık olan;
yarın bir başkasına sadık olur, ona kazandırır.

Şeyh Edebâli; “insanı yaşat ki devlet yaşasın” der…

İş dünyasında durum farklı değildir; “çalışanı yaşat ki kurum yaşasın.” Müşterinin velinimet olduğu o eski çağlar geride kaldı. Nimetimizin velisi, bize nimet sağlayan idi. Lonca sisteminin o faydalı düsturu bugün ortada yok.

Yeni müşteri tanımı; “paramızı cebinde taşıyan insan.

CRM (Müşteri İlişkileri Yönetimi) gibi soğuk yöntemlerle bugünkü cılız iddiamız şudur ki; müşteri patrondur.

Peki, müşteri gerçekten patron mu? Buna yürekten inananlar var ise onlara bir çift sözüm var… Müşteri patron olabilir ama çalışanınız o patronun da üzerindedir.

Çalışanı mutsuz fakat şirketi mutlu patron görmedim henüz. Çalışanlarına kârdan pay vermek; insana yatırımın çalışan bir yöntemidir ve müşteriyi elde tutmada  çok işe yarar. Zira işyerine aidiyeti artmış çalışan, müşteriye de patronuymuş gibi davranır. Çünkü müşteri sayesinde o da kazanabilmektedir.

  ÇALIŞANINI SEVİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Yetenek havuzu

PATRONLAR DİKKAT!
Türkiye’de pek çok işletme; kendi İnsan kaynaklarının işgali altında…
Kurumun sahip olduğu kabiliyetlerin farkında değiller.
Yeteneği dışlayıp diplomayı işe alıyor olabilirler.

İşletmelerimizin en değerli sermayesi; insan kaynakları

Özellikle yetenekli çalışanlar şirket için hayati öneme sahip. Fakat bir sorun var; o da işletmelerimizin, sahip oldukları yetenekleri bilmemesi

Gelişen ihtiyaçlara göre zaman zaman bazı yeteneklere ihtiyaç duyan işletmeler, kariyer siteleri veya kendi insan kaynakları üzerinden bu yeteneklerin peşine düşer.

Oysa kendi personelinin yetenek bilgisine sahip olmadığından, kendinde zaten var olanın dışarıda dilencisi haline gelir. Zaten istihdam ettiği çalışanlarına dönüp bakmak aklına gelmez.

Zira kendi İK birimi, işletmenin kabiliyet envanterini çıkarmamış, kendi yetenek havuzunu tanımlamamıştır. Bu yüzden patronlara uyarım şudur; bugün Türkiye’de pek çok işletme, İK’larının işgali altındadır.

Beceriyi değil diplomayı işe alma pratiği ile yapabilecekleri bu kadardır. İnsan kaynakları lafındaki insan kelimesine takılmayın; yıllarca onu kapıda karşılayan danışma görevlisinin adını bilemeyen İK yöneticileri bilirim.

         SİZİN İK YÖNETİCİNİZ YETENEKSAVAR MI?

DEVAMINI OKU

Organize cehalet

CEHALETİ YAYMA BİLİMİ
Gerçek cahil; bilmeyen değil, bilgiye ihtiyaç duymayandır.
Agnotoloji; şirketlerin, kişilerin menfaatleri gereği nasıl yanlış bilgi yaydığını inceleyen, bilgisizlik bilimidir.

Cehalet, giderilebilir bir şeydir. Cahil olduğunu bilirsin, merak ettiğini, öğrenirsin; geçer. Ancak cehaletin bir türü var ki onunla baş edilemez; cahil olduğunu dahi bilmemek.

Günümüzde bu echel-ü cahil (cehaletinin de cahili) tipler, teknoloji ve medya sayesinde giderek organize oluyorlar.

Misal deprem mi var? Biliyorlar. Misal korona virüsü mü? Gam değil, uzmanlık derecesinde biliyorlar. Dünyayı tehdit eden virüsü kelle paça yiyerek alt edeceğini söyleyen prof lakaplı olabiliyorlar.

Einstein; ‘cehalet ne güzel; her şeyi biliyorsun’ der. Üstelik bu cehalet, giderilemeyen türden olmanın yanı sıra teknolojik imkanlarla donatılmış durumda.

Misal bilgisayarı, TV ekranını cehaletin hizmetine verirsen daha organize ilkellikler üretmiş olursun. Çünkü cehaleti organize etmiş, güçlendirmiş olursun. O zaman bu cehalet, geniş halk kitlelerini etkiler, cehaleti yayar… Çernobil patladığında; ‘aha bak bana bir şey olmuyor’ diye çayı ekran karşısında içen bakan olur, koronaya kelle paça önerirsin.

     HER ŞEYİ BİLEN(!) CAHİLLERDEN BIKMADIN MI?

DEVAMINI OKU

Paramparça tarım

TARLAYI DEĞİL ÜRÜNÜ BÖLELİM
Her nesilde 4’e bölünen tarım arazisi eninde sonunda halı saha boyutuna iniyor, tarım yapılamıyor, mirasçıları fakirleşiyor.
Gelin tarlayı bölmeyelim üstündeki ürünü paylaşalım.

Türkiye’de 23,8 milyon hektar tarım arazisi, 3 milyon tarımsal işletme ve bunların 40 milyon hissedarı var.

Ortalama işletme büyüklüğü 5,9 hektar ve işletme başına düşen parsel sayısı 10, her parselin 13 hissedar bulunuyor.

Hissedar olup arazileri kullanmayan kişi sayısı 37 milyon.

Oysa Avrupa Birliği’nde misal Fransa, Almanya, İspanya’da ortalama işletme büyüklükleri 52 ilâ 13 hektar arasında değişiyor. Bizde  5.9 hektarlık ölçek, paramparça bir tarımın ifadesi…

Türkiye şu anda miras yasasını, arazi toplulaştırması odağına çekmediği sürece, geleceğinden yiyor, torunlarına kötülük ediyor. Zira parçalı ve hisseli araziler modern işletmecilik esaslarıyla bütünleşmedikçe, ölçek ekonomi şansımız kalmıyor.

Yapılması gereken, toprak paydaşlığı ile ürün paydaşlığını ayrıştırmak… Tarımsal işletmenin ölçeğini korurken, miras üzerinden “ürünü” yani bu işletmenin zenginliğini pay etmek…

Ölüm hak miras helal diyorsan; paramparça tarımı bütünleştir.

        HALI SAHA KADAR TARLADA TARIM OLUR MU?

DEVAMINI OKU

Beyinler yağmalanıyor

EN DEĞERLİ SERMAYEMİZ GÖÇ EDİYOR
Bugün nitelikli gençlerimiz, beyin gücümüz bulduğu ilk fırsatta başka diyarlara göç ediyor.
Sebep, vasat bedenlerin üstün beyinlere tahammülsüzlüğü, liyakatı dışlamamız.

Bedende liyakat olmayınca beyne yük olur. Liyakat sahibi beyinler göç eder, başka coğrafyaların üreticisi olurlar.

Bugün Türkiye, beyin göçü veriyor. 60 yıl önce pazularımız iş imkanı bulamadığından Batı’ya göç etmişti. Bugün aynı şeyi beyinlerimiz yapıyor. Çünkü onlara itibar etmiyoruz.

Almanya’nın bugün eski şanlı sanayi günlerine dönebilmek için pazu yerine beyin talebi; son derece akıllı bir vizyonun eseridir. Zordaki ülkeler, Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İspanya’ya öncelik vermesi; bu ülkelerdeki beyin gücünün görece ucuzluğu ve göç ihtimalinin artmasından ibarettir.

Özdemir Asaf; “bir insan treni kaçırırsa, başka bir tren gelir onu alır. Bir ulus treni kaçırırsa, başka bir ulus gelir onu alır” der. Treni kaçırmak, günümüzde beyinleri kaçırmak ile eşdeğer. Bedenin beynine itibar etmez ise ayaklar baş olur niteliksiz vasatlık, işletmende iktidar olur.

Tersine beyin göçü? Denedik olmadı. Zira geri getirdiğimiz beyinlere; burada vasat yöneticiler tarafından mobbing uyguladık.

BEYNİMİZE SAHİP ÇIKSAK OLMAZ MI?

DEVAMINI OKU

Kayıkçı kavgası

KAVGALARI İZLERKEN DAYAK YİYORUZ
Ekranlar, göstermelik kavga edenlerle dolu.
Kayıkçıların sahte kavgalarını seyrederken kafamıza küreği yiyen bizler oluyoruz.
Bu süreçte ufkumuz kararıyor, zamanımız çalınıyor.

Kayıkçı kavgası, göstermelik tartışmalar için kullanılan deyiş… Çift taraflı takiyye diyebiliriz. Öyküsü şöyle; Galata Köprüsü henüz yokken, Karaköy-Eminönü arası ulaşımı sağlayan kayıkçılar sıkça kavgaya tutuşurmuş.

Sebepsiz çıkan kavgada sesler yükselir, kürekler havaya kalkar, sağa sola savrulurmuş. Etrafta toplanan halktan bazıları küreği kafasına yer ve ilginçtir kavganın taraflarının başına hiç biri gelmezmiş.

Bu düzmece kavgayı izleyenler, yankesicilerin potansiyel hedef kitlesi olurmuş. Daha sonraları Galata Köprüsü yapılınca kayıkçılar kaybolmuş ama düzmece kavgaları karaya taşınmış, kavgayı seyredenleri soymak adet olmuş. Tıpkı ekranlardaki gibi…

Bugün Türkiye, hiçbir yere varmayan kısır çekişmelerle yapılan kavgaları izler hale geldi. Çoğumuz, bize izlettirilen kavgalarda saf tutuyor, ekranlardaki kayıkçı kavgalarını seyrederken, zihnimizi kirletiyor, zamanımızı harcıyoruz.

Oysa kavgacı kayıkçılar kendi görünürlükleri derdinde…

         KAVGAYI İZLERKEN KAYBEDİYOR OLMAYASIN?

DEVAMINI OKU

Raf terörüne çare!

YA RAF DIŞISIN YA DA SAF DIŞI
Kârın %70’i markete gidiyorsa üretici nasıl yaşayacak?
Raf parasını tarla parasına dek yükseltmeyin.
Tarladan mutfağa değer zincirini koparmayın.
Raflar enflasyonu beslemesin.

Bir soru; raf, bir gıda maddesi midir? Yada giyilebilir mi? Tavuk; süpermarket rafında mı yetişir? Ne saçma soru böyle? Haklısınız; en az fahiş raf parası kadar saçma…

yük mağazaların bazıları, üretici ve tedarikçinin iliğini kurutma düzeyine dek, raf ücretlerini abartmış durumda.

Tarladan mutfak tezgahına uzanan süreçte eskiden hal, kabzımal benzeri aracılardan yakınır, enflasyona ivme veren adımların buralardan geldiğine tanık olurduk. Bugün üretici ile tüketici arasındaki köprü olan büyük marketlerin değer zincirinden aldıkları pay, fiyatlar genel seviyesi, enflasyon üzerinde “belirgin”  baskı kuracak düzeye erişti.

Aracılar, gereklidir. Her birimiz Antalya’daki seraya gidip domatesi elimizle koparıp eve taşıyacak değiliz. Ya da eti, sütü; merada koyun otlatan mandıracıdan alacak halimiz yok. Modern hayatın agoraları olan AVM’ler, süpermarket, bu eksiği tamamlar. Fakat bunu yaparken tedarikçinin, kanını emme, tüketiciyi “yok etme” hakları yoktur.

  ÜRETİCİ YAŞAMAZSA MARKET VAR OLABİLİR Mİ?

DEVAMINI OKU

Otel resepsiyonu mu Mülteci masası mı?

OTELİNİZDE KALMAYA GELDİM, SİZİ SOYMAYA DEĞİL
Çoğu otel resepsiyonu, mülteci kabul masası gibi size öylesine şüpheli muamelesi çeker ki, şaşarsınız.
Başlarına ne gelmiş olmalı ki müşteriye böyle davranıyorlar?

Mesleğim gereği seyahatim çoktur, hayatımın önemli kısmı otellerde geçiyor. Bu yüzden ülkemde ve dünyadaki otelleri birbiriyle kıyaslama, hizmet kalitesini ölçme imkanım var.

Gördüğüm şudur ki otelin müşteri üzerinde bıraktığı en temel kanaat, resepsiyon görevlisinin misafirine nasıl davrandığıdır. İyileri özenle ayrı tutarak diyebilirim ki çoğu resepsiyon görevlisi size; ‘olağan şüpheli’ imişsiniz gibi davranır. Oteli soymaya gelmiş muamelesi içindeler.

Daha da vahimi, oraya paranızla kalmaya değil de sığınma kampına başvuran mülteci gibi sorgulanıp, tepeden tırnağa incelenirsiniz. Oysa sözüm ona otelde kalmaya gelmişsiniz.

Hafızam, kara listeye alınmış otel isimleriyle dolu. Pek çok resepsiyon öyküm var. Onlarca otelden sırf misafir kabul kabalıkları yüzünden ayrılıp başka otel aramışımdır.

Sorun; otel sahibinin, resepsiyondakinin onu temsil ettiğini kavrayamamasıdır.

MİSAFİR MİYİM MÜLTECİ Mİ?

DEVAMINI OKU