Kayırmacılık belası

NEPOTİZM KURUM BATIRIR
Kayırmacılık yüzünden aile şirketlerinin 3’üncü kuşağa geçme şansı %20, ömürleri de en fazla 25 yıl sürüyor.
Hamili kart yakinimdir diyerek işe alıyorsan batarsın.

Nepotizm; yakınını, kan bağın olanı kayırmanın adı. Yönetim bilimi bu olguyu, kurumun ömrünü kısaltan bela kabul eder.

Kayırmacılık yüzünden şirket, ihtiyaç duyduğu nitelikleri bünyesinde tutamaz. Şirket nepotizm tutumu yüzünden ailenin oyun bahçesi haline gelir. Kabiliyetler dışarıda kalırken , dost, akraba işletme kadrolarını doldurur.

Sürdürülebilirlik kaygısında olan şirketlerimizde patron, kendi ailesini dahi yönetim kademesine tepeden koymaz.

Liyakat, aile bireyi olmanın çok daha üstünde kabul edilir.

En iyi tahsili dahi yapsa, kurum değerleri ve süreçleri sahada öğrenmeden yönetim kademelerinde ilerleyemez.

Olsa olsa, eşitler arasında birinci yapılır. Mirasta hakkı olması, yönetimde pozisyon avantajı olacağını sağlayamaz.

Hamili kart yakınımdır diye kartvizitle kuruma dayatılan niteliksizlerin, bir süre sonra o kurumu zarar soktuğunu biliyoruz. Gerek devlet yönetimi gerek şirket kademeleri kayırmacılık belası yüzünden zaafa düşer ve o kurumun batması mukadderdir.

YAKININI KAYIRIYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Sürücüsüz araç karda gider mi?

TRAFİKTE OTONOM ARAÇ ÇAĞI
Sürücüsüz araçlar insan zaafı taşımaz.
Trafikte kötü alışkanlık edinmez.
Bencillik, öncelik gaspı, kural ihlali, sürat merakı yoktur.
Arabasıyla caka atmaz, sağ şerit kenesi olmazlar.

Otomobiller, tıpkı cep  telefonları gibi bilgisayarlaşıyor. 130 yıl önce ilk örneklerine ‘atsız araba’ deniyordu. Şimdi sürücüsüzleri geliyor. Adına da otonom araçlar deniliyor.

Benim umudum, trafik kazalarının ve sürücü hatalarının artık tarih olacağıdır. Misal trafik ve kaza gerçeğine teknolojinin vereceği cevap olabilir bu…

Önündeki aracı güvenli mesafeden izleyen motor sistemleri, yandaki araca “fazla yaklaştın, uzak dur” diyen kaput altı donanımları, sürücüye gerek kalmadan yavaşlayan akıllı frenler

Daha da önemlisi yoldaki diğer araçlarla hatta trafik ışıklarıyla iletişime geçip en uygun rotayı hesaplayan, gereksiz frene basıp trafiği durdurmayan ve karlı yollarda diğer sürücüye küfretmeyen ona levye ile saldırmaya kalkmayan akıllı tasarımlar

Bana göre otonom araç her yerde gidebilecek.

BİZ HAZIR MIYIZ?

DEVAMINI OKU

Gitmeyi bilmek…

İKİ AYAĞIYLA MAYINA BASMIŞ
GİBİ BIRAKIP GİDEMİYORSUN
Zamanı gelince gitmeyi bilmek gerek.
Mayına basanın dramını düşün;
Kalsan, çürümeye gönlün razı değil.
Gitsen, varlarını terk edeceksin.
En zor ikilem bu işte.

Ve hemen gidemedim, Ve artık gidemedim, Ve sonra hiç gidemedim

Edip Cansever böyle diyor. Gitmesi gereken ne düşünür bilinmez ama kalmaya heveslileri, şiirin devamında uyarmakta gecikmez şair; “Kurtuluş’ta son durakta bir tramvay ölüsü sanki ben; öylece kalakaldım…

Eğer söz konusu ilişkiler ise, genelde, gidenin kaçak, kalanın korkak olduğu bir kavramdır; gitmeyi bilmek

Fakat gidilecek yeri değer üretmek diye tanımlarsanız, sistemin yorgunluğuna (entropi) varırsınız. Hele ki her şeyin hızla değiştiği dünyada… Bazıları gitmeyi bilmemeyi, “geriye gitmenin en hızlı yolu” diye tanımlar. Doğrudur…

Daha iyi bir yarın uğruna dünden gitmeyi bilmiyorsan, bugün başın belada demektir. Gidebilmelisin, zamanında…

Edip Cansever ile gitmeyi bileyim dedim bu kısa yazıdan; “Hepimiz kalakaldık / Elimizde tetiği çekilmeyen, Namlusu yönsüz bir tabanca gibi

         ZAMANI GELİNCE GİTMEYİ BİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Dört kapı dört makam

KOLAY DEMEDİK MÜMKÜN DEDİK
İcat çıkarmak isteyen,
Eski köye yeni adet getirmeye kalkan,
Buluşçu, yenilikçi fikir sahibi…
Seni yok sayacak, alay edecek, seninle savaşacağız.
Yeter ki 4 kapıyı bil ve asla vazgeçme…

Yeniyi deneyenin geçmek zorunda olduğu 4 kapı vardır.

Birinci kapı; YOK SAY… Şarbona aşı bulsan, umurumuzda olmaz. Uzaya roketsiz gidip dönsen bile yüzüne bakmayız. Seni yok sayarak yok etmeye çalışırız. Yola çıkanların %80’i bu kapının eşiğine takılır kalır, vazgeçer

İkinci kapı; ALAY ET… Hala vazgeçmemiş ve yeniliğinle var kalmayı sürdürüyorsan, alaya alınma panayırına hoş geldin. Girişimcilerin %15’i bu kapıda kalır, yenik düşer vazgeçer

Üçüncü kapı; SAVAŞ… Alaylara da aldırış etmeden buraya kadar gelebildiysen, seni yok etmeye çalışacağız. Bu aşamada girişimcilerin %3’ü hezimete uğrar, vazgeçer

Dördüncü kapı; KAYITSIZ ŞARTSIZ TAKDİR… Her 3 kapıdan geçmeyi başarmış %2’yi bekleyen muhteşem zaferin sahibisin artık. Düne kadar seni yok sayan, alay eden ve yok etmek için savaşanlar da dâhil hepimiz, kayıtsız şartsız seni takdir edeceğiz, yeni zenginlik alanından pay talep edeceğiz. 4 kapı 4 makamdan geçmeyi bildin çünkü…

SEN KOLAY VAZGEÇENLERDEN MİSİN?

DEVAMINI OKU

Al gözüm seyreyle…

KÖTÜLER NE BİLSİN BİZİ
İYİLERE SELAM OLSUN…
Birinin gerçek karakterini öğrenmek istiyorsan;
Onu trafiğe çıkar ve ardından izle.
Ona güç verilince nasıl davrandığına bak.
Hak yiyor mu, kural tanıyor mu?

Sağa dönüşte, en sol şeritten gelir ve önüne geçer. Kötü.

Sinyal kolu vardır, önünde aniden döner, bildirmez. Kötü.

Camı açar, şişeyi sokağa fırlatır, gaza basar gider. Kötü.

Sağ şerit kenesidir. Önünde araç yoktur, hızlanmaz. Kötü.

Kırmızı ışık yanıyordur. Yaya geçerken üzerine sürer. Kötü.

Direksiyonda telefonuna yazı yazar, trafiği aksatır. Kötü.

Egzozundan siyah duman çıkar, bakıma götürmez. Kötü.

Emniyet şeridinden gider, trafiğe polise aldırmaz. Kötü.

Çakarlı çakaldır. Kural ihlal eder, üzerine sürer. Kötü.

Bebeğini ön koltukta tutarak seyahatten korkmaz. Kötü.

Hak çiğner, kural tanımaz, uyarırsan tehdit eder. Kötü.

Polis durdurur, ‘benim kim olduğunu…’ tehdit eder. Kötü.

Uyarırsın, pompalısı bagajındadır, seni çeker vurur. Kötü.

Önüne dalar, korna çalarsın, senin arabana saldırır. Kötü.

Ambulansa yol vermez, ardına takılır ve sürat yapar. Kötü.

Işık yeşile döndüğüne aldırmaz; ardındakini bekletir. Kötü.

Trafikte yavaş giderler, zamanına saygıları yoktur. Kötü

     BU KADAR KÖTÜ SÜRÜCÜYÜ HAKEDİYOR MUYUZ?

DEVAMINI OKU

Şimdi gayret zamanı

İHRACATIN HAMALI DEĞİL EFENDİSİ
Biz plastiğin kilosunu 3’dan $ ihraç ederken Japonya 13 $’dan satıyor.
Aradaki fark; Ar-Ge gayretidir
Biz inovasyona başladık ancak gayretimizi arttırmak gerekiyor.

Teknoloji gruplarına göre kapasite raporuna bakıyorum.

Her 100 kapasitemizin ancak %2.31’i ileri teknoloji… Gerisi? Yüzde 23.41’i orta-ileri teknoloji, %31.57’si orta-düşük teknoloji ve%42.71’i düşük teknoloji… Bu kapasite dağılımıyla ihracatın hamalı olunur, efendisi olunamaz.

Türkiye, inovasyon kelimesini ezberledi. Yenilikçilik alanı hızla doluyor. Yığınca KOBİ, savunma sanayi gibi ileri teknoloji için üretim yapıyor. Teknokentler, Ar-Ge merkezleri de yüzlerce bilim insanımızı çalıştırabilir hale geldi.

Ancak son 20 yıldır gelebildiğimiz nokta da ortada. Yüzde 2.31’lik ileri teknoloji kapasitesiyle kazandıran mal üretemezsin. Derin uzay madenciliği yapamazsın, robot biliminde ilerleyemez, sağlıktan tarıma, ileri teknolojinin sunacağı nimetlere ulaşamazsın.

Bize gereken; gayrettir. Fakat bu gayret, kendi alanımızda ar-ge kadar; işbirliği ve işbölümü ile sağlanabilecek. Zira sadece Ar-Ge yetmiyor, yeniliğin hayata geçirilmesi için bunu bir ekosistem içinde var etmek gerekiyor.

GÜÇLERİMİZİ BİREŞTİRSEK?

DEVAMINI OKU

Yeniliğe övgü bedava

YABANCIYI TERCİH YERLİYİ GELİŞTİRMEZ
Savunma, sağlık, ulaştırma, eğitim, enerji alanlarında nitelikli yerli yazılımlar ürettik.
Ancak yabancılar hala el üstünde tutuluyor.
Bu tutum yerli yazılımı öldürür.

Hemen herkes yeniliğin gerekliliği konusunda hemfikir ama kendi yenilikçi adımlarını ön plana çıkarmada iştahsız.

İnovasyonu; sanki başka kültürlerin işiymiş sanıyoruz.

Oysa inovasyon şarttır cari açığı akılla kapamanın yoludur.

Yenilikçi sektörlerde pazar lideri firmalar, dünya devi haline nasıl geldi dersiniz? Öncelikle değer üreten yeniliğe sahip olmaları ve sonra da satınalma tercihinde kendi ülkesi tarafından ilk sıraya konulmalarıdır. Yalnızca NASA, ihtiyaçlarını karşılaması için destek verdiği 2 binden fazla firmayı, alım garantisi ile dünya ligine taşıdı.

Bugün Türkiye, bilişim sektöründe “dışa bağımlı” yapısıyla “ciro” ile övüne dursun, tıpkı turizm gibi katma değeri tamamen ülkeden kalan bir alt sektöre de sahip; yazılım!

Fakat sorun şu ki 35 milyar $’lık bilişim sektörümüz içindeki ağırlıkları, 800 milyon $ civarında. Kamu, yerli yazılımcıları; “eşitler arasında birinci” yaparak sektöre destek vermeli… Kendi aklımızın eseri yazılım sektörünü övmek yerine önceleyelim.

AKLIMIZA GÜVENSEK?

DEVAMINI OKU

İşsizlik en ağır iş

İŞİNİ KAYBETMİŞ BİRİ NE DÜŞÜNÜR?
Ekonomik güvencesi kaybolur.
Ailesinin rızkını sağlayamaz.
Temel ihtiyaçlarını karşılayamaz.
Zaman ve düzen algısı yiter.
İşsizini görmezden gelirsen sosyal sorunlarla boğuşursun.

İşsizlik bir siyasetçi için büyük sorun olarak tanımlanabilir. Ancak önceliği değilse, “popülist” bir söylemdir sadece….

Ekonomi bürokratı için işsizlik, bir istatistikten başka bir şey olmayabilir. Kendisi işsiz kalmadığı sürece, bu rakamın “makul ölçülere indirilmesini” pekâlâ mırıldanabilir.

Kamu güvenliği açısından işsizlik, potansiyel suçlu anlamıdır.

Kaybedecek bir şeyi kalmamışsa toplumsal bomba olabilir.

İşi olanlar için işsizlik, “ben de kalabilirim” kaygısıdır.

Sendikacı için işsiz, dayanışma aidatı ödemiyorsa; yoktur. Akıllı işveren için işsiz, “henüz  veremediği” kişidir.

Akılsız işveren için işsiz, “daha önce işten kovduğu” kişidir.

Peki işsiz için durum nedir? Örgütsüz, sahipsiz ve toplumsal zenginliğin taşrasına itilmiş bu kesim kendini nasıl görür? Söyleyeyim; işsizlik aslında en ağır iştir.

Öyle ki sana ödeme yapmazlar, özgüvenin erir gider.

Her sabah bir umutsuzluğa uyanırsın, iç disiplinin bozulur.

Gelirden Mahrumiyet ve tecrit duygusu kaplar bedenini…

      İŞSİZLİK YALNIZCA İŞSİZİN SORUNU MUDUR?

DEVAMINI OKU

Sürücüye pusu kurma

MAGANDA GEÇSİN
NORMAL SÜRÜCÜ DURSUN
Emniyet şeridini fütursuzca kullananlar yüzünden trafikte imtiyaz algısı oluştu.
Kent haydutları ceza yemezken normal sürücülere pusu çevirmelerle ceza yağdırılıyor.

Ordu’da TEDES’in kurduğu sürücü tuzakları, bu kentten geçenlere hız yapsın yapmasın ceza kesiyordu. Trabzon yolunda tek geçişte 17 ceza yazılan biri olarak bu pusuyu gündeme getirmiş, İçişleri Bakanlığı da tuzak kameraları söktürmüştü.

Ancak görünen o ki trafikte ceza süreci yeniden pusu kültürüne dayandırılmış. Yalnızca İstanbul’da İBB, 171 kırmızı ışık, 101 emniyet şeridi, 53 ortalama hız, 27 ters yön, 98 park, 16 tramvay yolu, 9 ofset tarama, 3 yaya geçidi, 1 taralı alan, 6 dönüş yasağı ihlalini tespit eden 485 sabit, 11 mobil Elektronik Denetim Sistemi EDS cihazı var ve her ay daha da artıyor.

Burada itirazım trafikte kontrole değil, denetimin nasıl yapıldığı yönünde… Misal EDS yazan yerlerde çakarlı, seyyar lambalı araçlar emniyet şeridinde cirit atarken, cezayı çevirme pusuları ile normal sürücüler yiyor. U

mmadık yerlerde bir anda ortaya çıkan çevirmeler, Hazine’nin tahsilat gişesi gibi hareket ediyor. Amaç, trafikte sürüş emniyeti sağlamak olmalı.

CEZALAR İLE BÜTÇE Mİ YAMANIYOR?

DEVAMINI OKU