Gayretin kaderindir

5 KADER MAZERETİ

1-Suçlu değil kader mahkumuyum.

2-Gayretsizim; kaderim böyle.

3-Kaderim beni güldürmedi.

4-Kaderimde çalışmak yokmuş.

5-Kötü kadere kahpe felek diyorum.

Her insanın tercihi kaderini hazırlar.

Bir dönem kader mahkûmlarına mektup taşıyıp durdu bizim muhtarımız.

Çok ağır değil’ derdi yüküm.

Gidiyorum veriyorum mektupları işte…’

Ordan gelince yorulurdu ama.

Yaşlı köy evinde “Kader böyleymiş neyleyim” sözü ile başlayan türküleri her okuyuşunda yaşarırdı belli belirsiz.

Kader; Arapça ölçme kökünden gelmektedir.

Bir şeyi ölçülü yapmak, ölçü koymak demektir.

Kader Türkçede alın yazısı olarak kullanılır.

İmanın altı şartından biri olan kaderi inkar etmenin kişiyi dinden çıkardığına dair ehli sünnet alimlerinin ittifakı vardır.

Kader çoğu zaman rastgele atış yapılan bir hedef tahtası gibidir.

Kader” utansın atışı, bilgisizliğincahilliğinbeceriksizliğin hedef tahtası olmuştur.

Planlamayan, programlamayan zamanı gelir köşeye sıkışır “kader” der.

Hayat öyle düz bir çizgiden ibaret değildir. 

Eğrilir bükülür

İşte bu zeminde kendine yer bulan kader gayrete aşıktır.

Her insan kendi kaderini kendi gayreti ile hazırlar.

Ya da kahpe kader diye kızar…

  EYLEMSİZLİĞİNİ KADERE MI BAĞLIYORSUN?

DEVAMINI OKU

Eğitilerek hayatta kal

OKULLARA DEPREM DERSİ KONULSUN

1-Deprem, bizim kaçınılmaz gerçeğimiz.

2-Öncesinde; neler yapmamalıyız?

3-Sırasında; nasıl davranmalıyız?

4-Sonrasında; nasıl hayatta kalmalıyız?

5-Sahi, deprem dersi koymak günah mı?

Arkamızdan fay kovalıyor adeta…

Deprem fırtınası devam edecek ve biz zihin yapımızı değiştirmiyoruz.

Deprem ülkesinde deprem eğitimini zorunlu hale getirmiyoruz.

İlkokuldan başlayarak çocuklarımıza deprem gerçeğiyle yaşamanın pratiğini öğretmeliyiz.

Askerlik sürecinde ülke savunması için eğittiğimiz gençlerimize, deprem dersi veremez miyiz?

Onlar da terhis olduklarında kendi aileleri, eşleri, çocuklarına bu bilinci aşılayabilirler.

Hollanda; suyla mücadele ile varlığını sürdüren bir ülke…

Toprağının %40’ı, suları bentlerle durdurarak kazanılmış.

Orada çocuklara yüzme dersi, zorunludur.

Üstelik 3 kademede…

Birincisinde su üstünde kalma, ikincisinde başkasının hayatını kurtarma, üçüncüde ise bir diğerini eğitme…

Onların derdi su ve bizim derdimiz ise deprem.

Oysa biz sanki deprem gerçeği yokmuş gibi davranıyoruz.

Deprem öncesi yapılacak işler, deprem sırasında nasıl davranılacağı, deprem sonrası hayatta kalma, kurtarma dersleri olmalı.

Deprem değil bina öldürür diyoruz ya…

Deprem değil cehalet öldürür.

Cehalet ölümcüldür zaten.

NEDEN DEPREM DERSİ KONULMAZ?

DEVAMINI OKU

Kızılay ne sağlar?

KURUMLARI ÇÜRÜTÜRSEK

1-İşlevlerini göremez hale gelirler

2-Liyakatsizlerin kâr alanı olurlar

3-Yetkileri budanır, etkileri azalır

4-Hastalıklı, güçsüz yapılara dönüşürler

5-Depremde bizi enkaz altında bırakırlar

Türk Kızılay ya da resmî adıyla Türkiye Kızılay Derneği, Türkiye’deki en büyük insani yardım kuruluşudur ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi‘nin bir parçasıdır.

Personelinin bir kısmı gönüllü olarak, bir kısmı ise maaşlı olarak çalışır.

Depremler; Kızılay’ın varlığını belirgin kılan en önemli afetlerdir.

Varlığını, gücünü, etkisini bu zamanlarda hissederiz.

Son depremde neden tartışma konusu haline geldi?

Çünkü anladık ki Kızılay’ın görevlerinin çoğu, AFAD’a devredilmiş.

Çadır, kan ve bağış temini onda bırakılmış…

1999 Marmara Depremi’nde bir Kızılayımızın olmadığını görmüştük.

Deposundaki çadırlar, yönetim kadroları gibi çürümüştü. S

onra onu dünyanın en iyisi yaptık fakat bu uzun sürmedi.

Son depremde çadır temin etmek yerine satmak, topladığı bağışları amaç dışı kullanmak, nihayetinde deprem evi, çadır gibi deprem hayati malzemelerini ulaştıramamak noktasına vardık.

Kurumların şaibe altında kalması kimin işine gelir?

Güçsüzleştirilen her kurum, işlevini göremiyor.

Varlık sebebi ortadan kalkınca da afetlerde onların eksikliği hissediliyor.

TÜRK KIZILAYI’NA GÜVENİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Organize cehalet

CEHALETİ YAYMA BİLİMİ

1-Gerçek cahil; bilmeyen değil,

2-Bilgiye ihtiyaç duymayandır.

3-Agnotoloji; şirketlerin,

4-Kişilerin menfaatleri gereği,

5-Nasıl yanlış bilgi yaydığını inceleyen bilgisizlik bilimidir.

Cehalet, giderilebilir bir şeydir.

Cahil olduğunu bilirsin, merak ettiğini, öğrenirsin; geçer.

Ancak cehaletin bir türü var ki onunla baş edilemez; cahil olduğunu dahi bilmemek.

Günümüzde bu echel-ü cahil (cehaletinin de cahili)  tipler, teknoloji ve medya sayesinde giderek organize oluyorlar.

Misal deprem mi var?

Biliyorlar.

Misal korona virüsü mü?

Gam değil, uzmanlık derecesinde biliyorlar.

Dünyayı tehdit eden virüsü kelle paça yiyerek alt edeceğini söyleyen prof lakaplı olabiliyorlar.

Einstein; ‘cehalet ne güzel; her şeyi biliyorsun’ der.

Üstelik bu cehalet, giderilemeyen türden olmanın yanı sıra teknolojik imkanlarla donatılmış durumda.

Misal bilgisayarı, TV ekranını cehaletin hizmetine verirsen daha organize ilkellikler üretmiş olursun.

Çünkü cehaleti organize etmiş, güçlendirmiş olursun.

O zaman bu cehalet, geniş halk kitlelerini etkiler, cehaleti yayar…

Çernobil patladığında; ‘aha bak bana bir şey olmuyor’ diye çayı ekran karşısında içen bakan olur, koronaya kelle paça önerirsin.  

HER ŞEYİ BİLEN(!) CAHİLLERDEN BIKMADIN MI?

DEVAMINI OKU

Ben senin yerinde olsam

HEMHAL OLMANIN 5 ŞARTI

1-Kendini karşındakinin yerine koy.

2-Duygularını hisset.

3-Anladığını ona ifade et.

4-Karşındakini yoğun yaşa

5-Ruhuna göç et, onunla bütünleş.

“Hamdım, yandım, piştim” diyebilmen için…

Bu sözle başlayan cümle kadar boş, gereksiz, yaygın ve kullanışsız ifade var mıdır acaba?

Kadim kültürde “hemhal” kelimesi kullanılırdı.

Günümüz dilinde “empati”…

Hemhal, yani karşındakinin haliyle bütünleşme, onun haline bürünme.

O üşüyorsa senin de titremen, onun içinde volkanlar kaynıyorsa senin de kıpır kıpır olman anlamında…

Hamdım, yandım, piştim’ Pişene dek hemhal olamazsın.

Pişmek ancak tüm değer yargılarından arınıp; karşındakine göç etmek ile mümkündür.

Ötekini anlar, daha da önemlisi yaşarsın. 3 kuraldan söz edilir;

1– bir insanın kendisini karşısındakinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakma gayreti,

2-karşısındakinin duygu ve düşüncelerini doğru anlama ve hissetme,

3– Karşısındaki kişiyi anladığını o kişiye ifade etme…

Ben bu üçlemeyi eksik bulurum.

hemhal” kelimesine doğru kayarak; 4-karşısındakini yaşama” boyutunu eklerim.

Ancak bu durumda empati, işlevini icra edecek, bütünleşme sayesinde kendiliğinden çözülecektir.

Birinin yerinde olmak budur. 

  HEMHAL OLABİLDİĞİN KAÇ DOSTUN VAR?

DEVAMINI OKU

Okumak hayatta kalma repertuarını genişletir

OKUR YAZAR OLMAYAN İLE KİTAP

OKUMAYANIN FARKI VAR MIDIR?

1-Okuyan birini görürsen;

2-Korkma git yanına otur.

3-Sana söyleyeceği, nitelikli bilgileri vardır…

4-Kütüphanelere eriş;

5-Seninle sohbete hazır yazarlar orada…

Bana okudun mu diye sormayın Kitap okumadım insan okudum / Kitabı insandan ayrı görmeyin / İnsanı sınırsın umman okudum.”

Ozan böyle diyor; yeter ki oku

Okumak; yazıya geçirilmiş bir metni, harfleri tanıyarak, sessizce, gözle çözümleyerek anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek…  

Kitap okunurmektup okunur, yazılı her şey okunur.

Okuyan, bunları hasat edendir.

Doğduğumuzda ne dil biliriz ne okuma yazma… 

Okuma bayramına dek yığınca başarısız denemeden sonra; “artık okuyanlar safındadır” kurdelesi takılır boynumuza…

Okumak bilgi hasadıdır.

Okuryazarlık, uygarlığa mertebe olmuştur.

Uluslar, gelişmişliklerine rütbe olarak okuryazarlık oranı kullanır.

Okumak; gereklidir fakat yeterli olmayacaktır.

Zira okumak yetmez, anlamak ta gerekir.

Kuran’ın ilk emridir. Okumak, insanı primattan ayıran en değerli eylemdir.

Biliyoruz ki primatlar okumaz, okuyamaz.

ÇÜN OKUDUN BİLMEZSİN, YA NİCE OKUMAKTIR?

DEVAMINI OKU

Zarf mazrufa göredir

VİTRİNİNE YAKIŞAN 5 ŞEY

1-Gerçek benlik, iç güzellik.

2-Erdem, güzel ahlak.

3-Cömertlik.

4-Gayret.

5-Değerler.

Her şeyini vitrinine koyanın satacak malı azalmış demektir. Sonuçta zarf, mazrufa göre olmalı…

Mazruf; zarfın için konulandır. 

Zarflanandır. T

ıpkı vitrin gibi…

Hayat artık öyle bir hal aldı ki neyi vitrine çıkarırsak çıkaralım, içi görünüyor.

Sana zarf geliyor ama açıp bakmıyorsun bile; içindekini ezberlemişsin çünkü…

Zarfın kalitesi mazrufu aşarsa; zarfa da yazıkzarfı açacak olana da yazık.

Vitrin dükkanın sattığını aşıyorsa, hayata değer sunamıyorsun demektir.

Vitrin mi?

Her malın sergilendiği yer.

Camla ayrılan teşhir mekânı…

Sergen

Görünmesini istediğini sergilemeye yarar.

Vitrini iyi olmayanın satışı düşük olur derler.

Vitrine ne koyduğun, barındırdığın değeri ifade eder.

Ancak her şeyini vitrine koyanın, satacak malı azalmış demektir.

İnsan, biriktirdiği değeri sergilemek ister.

Kabiliyetinden fazlasını sergileyenin, vitrini cazip olabilir fakat sürekli olmaz.

Vitrin; gösterdiğindir. 

İyi görünmek için gerçekten iyi olmak gerekir.

Hayatın vitrinine her şey konulur mu?

Misal aşk?

Mahremiyettir, vitrine konulmaz ama koyanlar, teşhir edenler hayli fazla…

HER ŞEYİNİ VİTRİNİNE   KOYANLARDAN MISIN?

DEVAMINI OKU

Karar verirken dikkat!

HIZLI ve SEZGİSEL Mİ?

YAVAŞ ve DİKKATLİ Mİ?

1-Karar alırken nasıl davranırsın?

2-Anlık kararın doğru olduğuna emin misin?

3-Acaba biraz daha düşünsen?

4-Aynı kararı mı verirdin?

5-Dikkat, yavaşlatır ama hata azaltır.

Karar verirken nasıl davranırsın?

İçine o an ne doğarsa mı yoksa düşünüp dikkat ederek mi?

Çoğu kez her iki yolla da…

Bizler, sezgisel olarak doğru kararı aldığımıza inanırız

Dürtüsel kararlar iyi olabilse de her zaman öyle değillerdir.

Düşünce tarzımızı başlıca 2 türlü tanımlamak mümkündür;

1-Hızlı ve Sezgisel2- Yavaş ve dikkatli… Örnek;

1 kahve ile 1 kurabiye; birlikte 1 lira 10 kuruşa satılıyor. Kahve; kurabiyeden 1 lira daha pahalıdır. O halde kurabiye fiyatı nedir?

Çoğu insan hemen 10 kuruş olduğunu söyler. Bu, hızlı ve sezgisel karar verme süreci neticesidir.

Ancak problem üzerine daha dikkatli düşününce; doğru cevaba ulaşılabilir.

Kurabiyenin fiyatı; aslında 5 kuruştur.

Siz yine de hızlı ve sezgisel verdiğini kararlardan fazlaca emin olmayın ve bir kez daha gözden geçirin. Göreceğiniz; bazı şeylerin dikkatinizden kaçabildiği olacaktır.

Sezgisel karar zaman kazandırsa da risk barındırır.

Dikkatli davranmak yavaşlatır ama hatayı azaltır.

KARARLARI ALIRKEN ACELECİ MİSİN?

DEVAMINI OKU

İş ahlakımız çürürse…

HAYVAN YULARINDAN İNSAN SÖZÜNDEN TUTULUR

1-#enflasyon sözünü tutmamanın bahanesi olmuş.

2-Kriz içimizdeki hırsı azaltacağına;

3-Bazılarımızı daha da beter hale getirmiş.

4-Oysa iş ahlakı çürürse;

5-Ortada #piyasa kalmayacak.

İşimiz zor.

İmkanı olduğu halde borcunu ödemeyene dair şikayetler çoğaldı. 

Taahhüdlerini yerine getirmeyenin öyküleri etrafa yayılıyor. 

Kriz şartlarını bahane edip anlaşmaları çiğnemek, verdiği krediyi geri çağırmak veya benzeri ahlak-etik dışı davranışlar, bindiği dalı kesmektir.

İş dünyasındaki ilişkilerin evrensel kabul görmüş değerler üzerinden yürümesini savunan iş ahlakı çökünce çürüme başlıyor.

Bizde pek çok kurum iş etiğini reddetmiyor ama uygulamıyor da…

Oysa mayamızda ahiliklonca gibi kurumlar bir zamanlar iş yapma kültürümüzün DNA’sıydı.

Tuhaf olan iş ahlakının bizi ‘yavaşlattığı’, etik olmayan rakip karşısında ‘rekabet dezavantajı’ oluşturduğunun savunulmasıdır.

Etik ve vicdanı bir tarafa atınca, müşteriyi kandırmak, çalışanı istismar, devleti dolandırma, ortağı batırma; yaygınlaşıyor.

Enflasyon sürecinde gördük ki daha hırslı, etik dışı olabiliyormuşuz.

Oysa bize zamanında ayna tutan virüs, hatalarımızdan kurtulmaya vesile olmalıydı…

DEĞERLERİN ÇÜRÜRSE SEN VAR KALABİLİR MİSİN?

DEVAMINI OKU

Kelle mi dolu kafa mı?

KELLE İLE KAFANIN 5 FARKI

1-Kelle fiziksel ifadedir

2-Kafa, beyni tanımlar

3-Kelle hayvanda da var

4-Kafa, akıllı insanda mevcut

5-Kelle doluysa kafa olur

Kafalı olmaya bak.

Kellenin varlığına fazla güvenme…

Platon; “boş bir kafa; şeytanın çalışma odasıdır” der.

Kastettiği kafa ile kellenin ayırtıdır aslında.

Kelle fiziksel büyüklüğü işaret eder.

Ancak o kelleyi bilgibeceri ile doldurmamışsan, şeytan oraya yerleşir ve bedeni zora sokacak her türlü kararı kendisi alıverir.

Boş kellenin yaratıcılığı yoktur ama dolu kafanın vardır.

Her kafa, fikir fabrikası olabilir.

Ziya Gökalp, üç farklı kafadan söz eder;

1-depo kafa (kelle); aldığı her uyarı veya bilgiyi depolar durur. 

Malümatfuruş dedikleri kafa türüdür.

Nokta enformasyonu taşır ama bilgiye dönüştüremez.

2-Antrepo kafa; 5 duyu ile topladığı her şeyi, işlemeden konuşma veya hareketleriyle bir başkasına nakleden (baş) davranışı gösterir.

Medya veya veri merkezlerinin işlevini görür.

3-Fabrika kafa; beş duyuyla aldığı her veriyi işleyen, ondan yeni fikirler, katma değerler üretendir.

Gerçek kafa; işte budur.

Neticede kafa, seni hayatta anlamlandıran, baş; seni yönlendiren, boş kelle ise bedeninin taşıdığı yüktür.

  OMUZLARININ ÜSTÜNDE   TAŞIDIĞIN HANGİSİ?

DEVAMINI OKU