Akıllı ol, ukala değil

YARIM DOKTOR CANDAN EDER
YARIM USTA BİNADAN EDER
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar;
Bu sözüm size; Lütfen akıllı olun, ukala değil.
Cehaleti çoğaltmayın.
Gerçek uzmanların sesini bastırmayın.

Farkında mısınız; ortalık uzmandan geçilmiyor. Tahsili veya birikimi olsun olmasın, mikrofon uzatılan, bir anda o konuya dair ‘uzmanca’ fikirler sıralayıveriyor. ‘Bilmiyorum’ diyene pek rastlamıyoruz. Konu ne kadar yeni, karmaşık olsa bile anında ‘uzmanca ukalalık’ dökülüveriyor ağızlardan. Yeter ki gündemden bir konu olsun bu… Sorun Korona ise herkes tıp alimi kesiliyor. Sorun deprem ise anında jeolog oluyorlar.

Konu kaya gazı ise anlı şanlı profesör dahi, uzmanlık alanı farklı olsa da sanki kırk yıldır bunu çalışmış gibi ötüveriyor.

Ötmek diyorum zira derinliksiz, klişe kelimeler ve oradan buradan kulağına çalınmış cümleleri aktarıyor TV ekranına.

Yeter ki şöhretli biri olsun. Şöhreti ona her konu hakkında konuşma yetkisi tanıyormuşçasına… Akıllı olmak harikadır. Ancak ukala olmak; değildir. Fikri fukara olan ukala olur derler. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi gibi davranmakla ne toplum aydınlanır ne de tartışılan sorunlar çözülebilir.

Gelin, gerçek uzmanlara sözü bırakın ve zihin kirletmeyin.

          SEN ARTİSTSİN, TIP UZMANI DEĞİLSİN Kİ?

DEVAMINI OKU

Yollarda kurban olma

FRENE DEĞİL KURALA GÜVEN
Acele eder ecele gider olma.
Seni hayatta tutacak olan fren değil, trafik kurallarıdır.
Kurban Bayramı, senin TRAFİK KAZASI KURBANI olman anlamına gelmiyor.
KURALLARA UY.

Kurban Bayramı ve yollar. Tıklım tıklım. Turizm yöreleri ve memleket ziyaretleriyle yollar araç dolu. Bu zaten yeterli sıkıntı verecek ama daha beteri; trafik kazalarındaki artış. Çok sayıda insanımızı trafik kazalarında kurban veriyoruz.

Hatalı sollayanı, hız sınırını aşanı, araç bakımı yaptırmayanı ile kaza riskleri olağanüstü artıyor. En büyük sorun, sarhoş ve hız düşkünü sürücüler. Oysa hızlı gitmekle büyük riskler alınıyor.

16 km yol 80 km hızda gidersen 12 dakika tutar. Kazada ölme riskin X birim ise 120 km hızda bu risk; 6’ya, 136 km hızda ise 12’ye katlanıyor.

Soru şudur; bu bayramı zehir etmek zorunda mıyız? Hız yapıp ölmek veya ölüme sebebiyet vermek mecburiyetinde miyiz? Elbette değiliz. O halde bu sürat niye?

Biraz dikkat ve sabır, seni ve aileni ölümden beri tutacaktır. Geç olsun da güç olmasın. Kaza yapınca her şey için daha geç olacaktır; bunu unutma…

Sinyal kolu, orada süs için bulunmuyor, sapacaksan sinyalini ver ki arkandan gelenin de seninle aynı trafiktedir, bunu bil.

          TRAFİK KURALLARINA UYSAN, ÖLÜR MÜSÜN?

DEVAMINI OKU

Tarım olmadan asla!

SEN AĞA BEN AĞA… İNEĞİ KİM SAĞA?
İnekler sağılmıyor.
Olanları sağıyoruz da sayıları azalıyor.
Herkes sağmadan süt, üretmeden gıda talebinde…
#Korona diyor ki; gıda hayatidir.
Tüket! Ama üreterek!

Koronadan insanoğluna kalabilecek öğretiler arasında gıda en hayati olanların başında geliyor. Tıpkı sağlığın önemi gibi.

Salgın sürecinde tüm ekonomiler kapanmışken dahi gıdaya dair işler, durmadı hatta arttı. Tarım meğer ne kadar da önemliymiş… Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, maddiyat dilediğince artsın, yine de sağlık ve gıda ihtiyacı sürecektir.

Temel sorun, gıdayı kimin üreteceğidir. Eğer bunu başkası sizin için yapıyorsa, gelecek riskiniz vardır. Bu da herkesin gıda teminine dair duyarlılığı olması gerektiğini gösteriyor.

Gıda sektörün işidir, ben neden düşüneyim?’ Salgına dek geçerli olan bu görüş şimdi değişiyor. Eğitim içeriklerinde gıdaya ve tarıma daha fazla yer vermek zorundayız.

Çocuk, etin süpermarket raflarında yetiştiğini sanıyor. O market bir gün kapandığında, gıdayı nasıl temin edebileceğiz? Çok kişi biliyorum salgınla birlikte tarıma ilgi duymaya başladı. Bu, bence harika haber. Bilgi toplumunda da acıkacağız.

Üstelik, elden gelen öğün olmaz o da vaktinde bulunmaz…

         BİZ ÜRETMEZSEK BİZİM İÇİN KİM ÜRETECEK?

DEVAMINI OKU

Üretmeyen teknoloji

KLAVYE Mİ yoksa MOUSE MU?
Soru: “en fazla mouse’u mu yoksa klavyeyi mi kullanıyorsun?”
Cevapların dağılımı ilginç; %80 mouse, %20 klavye.
Klavye; genelde ÜRETİMİ, mouse ise TÜKETİMİ temsil ediyor.

Neredeyse bütün dünya; kimi yoğun kimi kısmen teknoloji kullanıyor. Ama teknolojiyi üretmiyorsanız büyük ihtimalle tüketicisi olmuşsunuz demektir. Bizde; üretim süreçlerinde akıllı ve gereği kadar teknoloji kullananlarımız çoğunlukta. Sorun, üretmeyen teknolojinin tüketicisi olanlarımızda…

Çeyrek asır önce bilişim konferanslarında sıkça uyguladığım test şuydu; ‘Bilgisayarı olan el kaldırsın.’ Önceleri  tek tük ama sonraları, salonun neredeyse tamamı el kaldırır oldu. Bilgisayarı olanlara şunu sorardım; ‘En fazla mouse’u mu yoksa klavyeyi mi kullanıyorsunuz?’ 

Gelen cevapların genel dağılımı ilginçti; %80 mouse, %20 klavye. Benim bu duruma yaptığım yorum klavyenin üretimi mouse’un tüketimi temsil ettiğiydi.

Gerçi mouse ile üretim yapan tasarımcı benzeri işler de söz konusu ama geneli fazlaca etkilemez. Bugün cep telefonları bilgisayarlaştıkça mouse’un yerini parmak aldı.

Şimdi soru şu; o parmaklar ile katma değeri olan ne gibi üretim yapıyoruz? Üretmeyen teknoloji bizi tüketiyordur.

     TEKNOLOJİ İLE ÜRETİCİ MİSİN TÜKETİCİ Mİ?

DEVAMINI OKU

Engelliye engel olmayın

EN BÜYÜK ENGEL BİZİM ZİHNİMİZDE
Dünyada her 14 kişiden bir engelli.
Çalışabilir durumda 2 milyon engellimiz var.
Ancak 113 bini istihdam ediliyor.
Zorunlu engelli kotasına; “cezası neyse öderim, çalıştırmam” diyenimiz dahi var.

Her birimiz, engelli adayı veya doğrudan engelli insanlarız. Dünya nüfusunun %15’i engelli. Bilinen 1 milyar engelli var. Türkiye’de 2 milyon 85 bin erkek, 2 milyon 792 bin kadın engelli mevcut. Çalışabilir durumda olanların sayısı 2 milyon.

Ama 113 bin engelli istihdam ediliyor. Engelli Sesi Gazetesi, Türkiye Sakatlar Federasyonu verilerini aktarmış. Engelliyi çalışma hayatına kazandırma gayretimiz var.

Düzenlenen kurslarda, eğitimlerde, bilgi ve yetenekleri bilinen engelli vatandaşlarımızı; uygun iş pozisyonlarına yönlendiriyorlar. Engelli kontenjanındaki memur sayısı 53 bine yükselebildi. Engelli nüfusun %2.58’i ortopedik, görme engelli oranı %9.7 civarında.

İşgücüne katılım %20 ve bu hala çok yetersiz. Oysa istihdam edilebilir durumdaki engellilerimizin %73’ü pozisyonlarına uygun işlerde pekala istihdam edilebilirler.

Bize gereken, engellimize; zihnimizde engel oluşturmamak. Kendi engelimizi ancak bu şekilde aşarız.  Yakışanı budur.

Korona sürecinde engellinin varlığını unutmamış olmalıyız.

       HER BİRİMİZ ENGELLİ ADAYI DEĞİL MİYİZ?

DEVAMINI OKU

Elden bekleme, sen yap?

ÇARESİZSENİZ; ÇARE SİZSİNİZ
Çare üretmek yerine, elden çare dilenmek…
Muhtaca yardım etmek bizim hasletimiz.
Ancak sürekli başkasından yardım beklemek niye?
“Herkesten iste, verenden daha çok iste.”
Oysa çare sende…

Korona sürecinde tuhaflıklar oluştu. Kimi yardım ediyormuş gibi, kimi de yardıma ihtiyacı varmış gibi davranıyor. Dert herkeste ancak bazıları çareyi elden bekleme kurnazlığına ve çaresizliğine(!)  bağlamış.

Özdemir Asaf; DÜŞÜNGÜ şiirinde ‘hepsinin gelmesini bekleme / Bir kişi gelmeyecek’ diyor; ‘Sen alışmayasın diye, Korkmayasın diye, Düşünesin diye… / Kendine yetmen için / Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde / Sen kaçmayasın diye / Sen tam kalasın diye Hepsinin gelmesini bekleme / Sen var olasın diye / Bir kişi gelmeyecek /Sen, bir olasın diye.’

Çareyi elden ummanın ıstırabını bundan daha güzel anlatan şiir yoktur bana göre.

Sorum şudur; neden dertlerinin çözümünü, elden, aileden, akrabadan, belediyeden, devletten beklemeyi seçiyorsun?

Çareyi sürgit başkasından bekleyenlerde şunu gözlemledim;

herkesten iste, verenden daha çok iste…’ Bu çaresizlikten ziyade kolaycılık, nimeti alıp külfeti öteleme kurnazlığıdır

Tabii ki muhtaca yardım ediyoruz edeceğiz ama sana değil.

ELİN SIRTINA SÜREKLİ YÜK OLMAK ERDEM MİDİR?

DEVAMINI OKU

Sen niye dürüstsün?

SİLGİ DİYARINDA KALEM OLMAK
İş etiğine uyan, kurnazlığa sapmayıp yasal davranan enayi yerine konuluyorsa, o toplumda dürüstler hırpalanıyor demektir.
Dürüstlük, olması gerekendir.
Yanlış olan dürüstü enayi zannetmektir.

Şener Şen; ‘Namuslu’ filminde, söyleniyor; ‘En namuslu sözler, en namussuzların dilinde…’ Biz namusu, dürüstlük olarak alıp günümüzde olan bitene göz gezdirelim; Acaba dürüstlük niçin bu kadar değerli hale geldi? Zaten normal olan dürüstlük değil midir? Madalya mı takmalı dürüste?

Sorun, etik olmanın, namuslu tutumun, dürüstlüğün rekabet zaafı gibi algılanmasında… Vergisini zamanında ödeyeni, aflarla enayi yerine koyar, hazine arazisini işgal etmeyip yasal davrananı ahmak sayarsan, borcuna sadık olanı; işini bilmez kabul edersen, çalıp çırpmayana değersizleştirirsen dürüst nadir olur.

Şener Şen filmde parasını soyguncuya kaptıran bir mutemedi canlandırır. Çevresi, ailesi dahi onun dürüst olabileceğini düşünmez. Parayı zimmetine geçirdiğini savunurlar. Üstelik bu inançla ona olan itibarları artıverir.

Namussuz diye bilinmek bir anda tüm ilgiyi üzerine toplar.

Yıllardır onu hakir görüp alay edenler saygıda kusur etmez. Gerçeğine kimseyi inandıramaz parayı çalmış gibi davranır.

   SENCE DÜRÜSTLÜK NEDEN ENAYİLİK OLUVERDİ?

DEVAMINI OKU

Sıradanlık hastalık mıdır?

KEM ALÂT İLE KEMALÂT OLMAZ
Kötü aletlerle mükemmel iş çıkaramazsın.
Sıradan uğraşlara sıra dışı başarı gelmez.
Vasat gelir tuzağı sıradanlıklarla kurulur.
Sıradanlık; ikinciyi geçmektir.
İkinciyi geçersen ikinci olursun.

Bence evet… Bilgeler, kötü aletler ile mükemmel iş yapılmaz derler. Doğrudur. Sıradan, özensiz gayretlerin ürettiği iş, sıradan olur ve büyük başarılar getirmez. Sıradan olmak, vasat gelir tuzağıdır ve Türkiye’nin bu vasatlıktan çıkması, bireylerin sıradışı gayretleriyle mümkün olacaktır.

İşi her ne ise onu savsaklayan, uyarılarına rağmen çayı getirirken tabağına taşıran, aldığı ihaleyi kötü bitiren, devlette ise ‘bugün git yarın gel’ diye vatandaşı savuşturan… Saymakla bitmez.

Herkes böyle mi? Asla… İşini özenerek yapan ve değer katan insanlarımıza saygı duyarım. Onların gayretiyle zaten başarılar sağlanabiliyor. Fakat sorun, çoğunluğun işi kötü yapması… Kendini geliştirmemesi… Ana dilini dahi kötü kullanması. Yaptığı her neyse onu aşk ile yapmaması.

Vasat olmak; bir tercihtir. Kader değildir. Eve gelen ustaya bak:

Derhal fark edersin sıradanlığını veya işin ehli olduğunu

Sıradanlar, ödül beklemesin. Sıradışı başarı onları bulmaz.

Şükür; sıradışı başarılılarımız var. Sorun; sayıları yetersiz.

SIRADAN İŞLER YAPIP SIRADIŞI OLABİLİR MİSİN?

DEVAMINI OKU

Vicdanlı ekonomi mümkün

ZOR ZAMANLARDA VİCDANI TERK ETME
#Korona bahanesiyle vicdanı külfet sayma.
Serbest piyasa, kural tanımazlık değildir.
Vicdan yoksa ekonomi vahşileşir.
Vicdansızlaşmak, çözdüğünden(!) fazla sorun çıkarır.

Ekonomi ile vicdan, yan yana gelebilir mi? Google’a sorarsan gelmez; ‘vicdanlı ekonomi’ yazdım, ‘tırnakları at öyle ara’ dedi ve beni; ‘vicdanlı kapitalizm yoktur’ başlıklı sitelere attı. Kapitalizmin vicdanı olmasa da bizim var ve iş etiği ile bunu ekonomik hayatta kullanabiliyoruz. ‘Ahlaklı, insaflı olmak rekabette dezavantaj doğurur’ söylemi doğru değil.

Yaygın ezber; vicdanlı olmanın iş hayatında işleri yavaşlatıp rekabeti olumsuz etkilediğidir. Vicdanın ‘külfet’ olduğunu savunanlar, kısa dönemde başarılı olsalar da uzun dönemde sürdürülebilir olamıyorlar.

Din ve vicdan, ahlaki değerlere saygıyı emretse de “rekabet şartları” diyerek “başkasında güzel ama biz yapamayız” çıkmazına saplanıyoruz. Yanlış!

Bazı kurumlarımız iş etiğine dair gayret gösterse de zor zamanlarda, mesela kriz anlarında etik ve vicdan bir tarafa atılabiliyor. Müşteriyi kandırmaktan, çalışanını istismara, devleti dolandırmaya, ortağını batırmaya kadar gemi azıya alabiliyoruz. Oysa vicdanlı ekonomi mümkündür, gereklidir.

AHİLİK, LONCALAR İŞ KÜLTÜRÜMÜZ DEĞİL MİYDİ?

DEVAMINI OKU

Faydasız bilgiyi boş ver

ÖĞRENDİĞİMİZ HAYATTA NE İŞİMİZE YARAYACAK?
Okullarda çocuklara kullanabilecekleri bilgiler versek, ezbersiz eğitimi sağlamış oluruz.
Bana ne midyenin sindirim sisteminden?
Bana hayatımı yönetecek bilgiler verseniz?

Korona gösterdi ki bilimsiz olmaz. Bunu zaten biliyoruz ama nedense bilgi yerine kanaatlerimizle hareket ediyoruz.

Çok sayıda okulumuz var ki temel soruya cevap bulamıyor.

Soru; ‘öğrendiğimiz hayatta ne işimize yarayacak’ kaygısı

Sırf müfredat böyle belirlenmiş diye, talep edilmeyen bilgi çocukların aklına kazınıyor. Oysa ezber eğitimin zararları sürekli dilimizde…

Acaba okullarda, ezbere yönelik değil de uygulamayla belletilen bilgilere ağırlık versek nasıl olur? Bu bilgiler, hayata geçirilmekle içselleştirilebiliyor. Değilse sınav bitene kadar akılda tutuluyor sonra unutulup gidiyor.

Açıları, sınıfın giriş kapısının altına çizilmiş yarım daire ile gösteren bir okul görmüştüm. Basit ama etkin yöntemdi.

O kapıdan işleyen çocukların dar, dik, geniş açıya dair kesin bilgileri oluşmuştur. Hayatları boyunca işe yarayacak…

Eğitim müfredatını güncellemek ve bunu yaparken hayata geçirilecek bilgilerle zenginleştirmek gerekir. Zira yarışta olduğumuz dünyanın başarılı ulusları bu yöntemleri deniyor.

    İŞİNE YARAR BİLGİYİ VERSELER ALMAZ MISIN?

DEVAMINI OKU