Öğrendiğimiz hayatta ne işimize yarayacak?

HAYATA GEÇİRİLMEMİŞ BİLGİ KÜLFETTİR
Eğitim ama nasıl? Öğretim ama neyi?
Çocuklar öğrendiklerinin hayat maliyetini sorguluyor artık.
Yarının dünyasını yalnızca dünün bilgisiyle kuramaz yönetemezsin.

Çok sayıda okul biliyorum ki temel soruya cevap bulamıyor. Bu soru; “öğrendiğimiz hayatta ne işimize yarayacak” kaygısıdır. Sırf müfredat böyle belirlenmiş diye, kimsenin talep etmediği bilgileri çocukların zihnine kazımamalıyız.

Günümüzde gelişen ve genişleyen ihtiyaçlar söz konusudur. Eğer siz endüstri meslek liselerinde müfredatı hayattan kopartırsanız, kentler gelişmez, ekonomiler güçlenmez, katma değer oluşmaz ve gelecek planlarınız suya düşer.

Şayet benim derdim uzay ise torna tesfiye becerisinden fazlasına ihtiyaç vardır. Şayet benim derdim mekatron ise mekanik ustalığıyla yetinemem. Bunu sağlayacak olan eğitim sistemi ise ülkemin yarınına yönelik ihtiyaçları bugünden okumalı, müfredatı dönüştürebilmelidir.

Biliyoruz ki hayata geçirilmemiş her bilgi, doğru ile yanlış arasında bir yerde durur. Bu yüzden ne öğrettiğimize dikkat edilmeli.

BU BİLGİ İŞİNE YARAYACAK MI?

DEVAMINI OKU

Olmayan başarıyı plaketle ödüllendir

PLAKET SEKTÖRÜ TAM GAZ
Ortada ödül hak edecek başarı yok ama birbirimize plaket verip duruyoruz.
Plaket; itibar açlığımızı belki giderebilir fakat değer üretmez. İsraf kalemidir.

Büyüme hızı gerilediği yıllarda plaket sektörü patlar.

Bir bakıma “olmayan başarıya ödül” diyebilirsiniz buna…

Bir tür ritüeli vardır. Plaket veren ve alan yan yana durur, Sağ eller tokalaşırken sol eller üzerinden; plaket ötekine devredilir. Fotoğrafçı deklanşöre dokunurken orada hazır bulunanlar ellerini çırpmak suretiyle alkış sesi çıkarır.

Peki bu ritüel, hangi inancın ibadetidir veya ne gibi değer üretir? Cevap vereyim; itibar açlığı çekenlere iyi gelse de hemen hemen hiçbir değer üretmez, aksine inancımız bağlamında israftır ve haramdır. İtibar açlığımızın, plaketi üretenlere ciro ve iş ürettiği doğrudur. Değer üretmeyen bu kötü alışkanlık, başarı kavramını da ayağa düşürüyor.

Geçtiğimiz yıllarda tasarruf tedbirleri kapsamında kamuda plaket verilmeyeceği karara bağlanmıştı. Ama yürümedi. Şimdi makam odaları, olmayan başarının ödülleriyle dolu…

           GELMİŞKEN; BİR PLAKET ALMAZ MIYDINIZ?

DEVAMINI OKU

Diploma işe yaramıyorsa neden peşinde koşalım?

ORTALIK DİPLOMALI İŞSİZ DOLU
BECERİ SAHİBİ BULMAK ZOR
O halde üniversiteye girmek için yılları heba etmek yerine, hayata değer katacak beceri geliştirmek daha akıllıca değil mi?

Genç işsizlik %30’a yaklaştı. Yaklaşık 3 gençten biri işsiz. Yüksek eğitimli işsiz sayısı da zirve yapmış durumda.

Üniversiteye girebilmek için test çözmekten kalem tutamıyorsun. Mezun olduğunda diploma sahibisin fakat beceri edinememişsin. İş bulsan dahi patron seni yeniden eğitmek zorunda kalıyor. Üniversite mezuniyetinin toplam maliyetine bakınca; en az 4 yıl ömür ve yüzbinlerce lira

Soru şudur; Buna değer mi? Z kuşağı bu soruyu sormaya başladı bile. Mademki bana iş sağlamıyor, hayat kalitemi artıramıyor ve beceri kazandırmıyorsa neden girelim ki?

Hayatını kazanma ve kendini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz şey; beceridir. Üniversite sana diploma verir ama beceri kazandırmaz. Meslek yüksek okulları, meslek kazandıran üniversiteler neyse de ya diğerleri? Dünya, diploma takıntısını terk ediyor, beceri peşinde koşuyor.

         SANA GEREKEN; DİPLOMA MI BECERİ Mİ?

DEVAMINI OKU

Türk kahvesini dünya markası yapabiliriz

KAHVE CARİ AÇIK KAPATABİLİR
Dünyada kahve; 20 milyar $’lık ekonomisiyle petrolden sonra en yaygın emtia.
Teknoloji Türk kahvesini mutfaktan salona, kafeye taşıdı.
Şimdi sıra onu espresso gibi dünya markası yapmaya geldi.

Dünyada her gün 1.2 milyar fincan kahve içiliyor ve bunun ancak %10’u Türk kahvesi. İnsanlar espresso bazlı kahvenin hakim olduğu kürede Türk kahvesini daha az beğeniyor değil. Sadece yapımı daha zor olduğu için çok fazla yaygın değil… Bu tespit, Okka kahve makinesinin mucidi Arzum’un Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kolbaşı’na ait; ‘biz bu süreci kolaylaştırırsak, gezegene espresso değil Türk kahvesi hakim olabilir.’ Peki bu mümkün mü?

İşe elektrikli cezve ile başladıklarında ülkemizde kişi başına ortalama kahve tüketimi 250 gram idi. Arçelik’in başarılı Telve’si ile makineler sayesinde 10 yıldan bu yana tüketim katlandı ve şimdi ortalama kişi başı yarım kilo kahve tüketir olduk. Türk kahvesi etrafında oluşacak lokumcusundan, fincancısına, kahve tedarikçisine dek eko sistem söz konusu… Bize düşen dünyaya espresso yerine Türk Kahvesi dedirtebilmek… BAŞARAMAZ MIYIZ?

DEVAMINI OKU

Fotoğraf Ekonomisi

KENDİNİ DE ÇEK, KENTİNİ DE ÇEK
Adım başı kendi fotomuzu çekip internetten yayınlıyoruz.
Kendimizi çekerken kentimizi de çekip yayınlasak?
Kentimizi dünyaya tanıtsak?
Dünya böyle yapıyor zira…

Söz konusu turizm olduğunda fotoğraf, inanılmaz önemli hale gelir. İnsan gördüğünü benimser, benimsediğine gider.

İnternet dünyasında New York’un 98 milyar fotoğrafı var. Paris, Londra, Los Angeles, Moskova’ya ait milyarlarca foto görebilirsiniz. İstanbul aradığınızda 98 milyon çıkar.

Tuhaftır, bu fotoğrafların çoğunu da biz değil, yabancılar çekmiştir. Oysa fotoğraf sayısı ile o kentin bilinirliği, turist sayısı, turizm geliri arasında pozitif korelasyon var.

Önerim şudur; Türkiye’de kişi başına en az 1 fotoğraf makinesi düşüyor. Çünkü herkesin cep telefonu var ve hepsi birer fotoğraf makinesi, kamera özelliği taşıyor.

Özçekim (selfie) merakımız da had safhada.. Adım başı kendimizin fotoğraf veya videosunu çekip duruyoruz. Sosyal medya, kendimize ve çevremize ait fotoğraflarla dolu. Ancak kentimize dair çok az fotoğraf ve video çekiyor, çok az paylaşım yapıyoruz. Acaba kendimiz        kadar kentimizi de çeksek? GÜZEL OLMAZ MI?

DEVAMINI OKU

Gayret olmadan sıçrama olmaz

MİRAS DEĞİL ALIN TERİ
Zihin yapımız, ata mirasına dayandığından gayretin gerçekleştireceği mucizeleri ıskalıyoruz.
Oysa miras yerine gayretine güvenen; başarıyor, sıçrama yapıyor, ülkeyi büyütüyor.

Zenginliği, gayrete dayandırmak yerine, mirası üzerinden anlatmayı seven ruh halimiz var. “Cennet vatan” ile övünüp, eylemleriyle; “cinnet vatanı” inşa eden tutumumuz sürüyor.

Petrolümüz var (!) ama çıkarmıyoruz. Uranyum da öyle…

Hele ki bor, dünyayı sallayacağız ama… Fındığın üçte ikisini biz üretiriz ama fiyatını Frankfurt belirler. Çayın iyisi bizde ama Zihni Derin’den beri fidanına bilim katamadık.

Peki ya üniversitelere ne demeli? Bin kişiye düşen prof sayısında ilk 10’a girdik bile. Ancak elin oğlu bizim ülkede bilim insanı, matematikçi bulamadığından, parayı gider Rusya’da Yandex’e yatırır. Faunası, florası, 4 mevsim, 7 iklim bizde, suyumuz havamız şahane ama endemiklerimizin bilgisini İsrail’den, Amerikalıdan dileniriz.  Potansiyeliyle övünenlerin gayreti eksik olunca, sıçrama başarılamaz.

       Sorun ne? YERİMİZ Mİ DAR YENİMİZ Mİ DAR?

DEVAMINI OKU

Bürokratik oligarşi ülkenin hız tümseği

ZAMAN HIRSIZI MALİYETİ ÖDER
Türk Standartları Enstitüsü’nden şikayet had safhada.
Standart verirken ülkeye ve üretime yüklediği zaman maliyetinin hesabı sorulsun.

Araba üretim bandından 4 dakikada düşüyor, üzerine soğutucu takmak, 21 gün sürüyor. ‘Bu, neden böyle?’ diye soruyor küçük sanayici… Türk Standartları Enstitüsü (TSE) neden üretim hızında iş yapmaz? Oysa daha hızlı hizmet verebilmesi için organlar yönetmeliği dahi değişti.

Ancak kafaları aynı kaldı. Misal soğutucu ünitesi montaj projesini 21 günde onaylayan TSE’nin hangi çağda kaldığı merak konusudur. Başvuru oluşturma, uzman incelemesi, havale süreci, teknik komisyon tetkiki, revizyon döngüsü…

Bu döngü ile sadece küçük sanayici değil, Türkiye zaman kaybediyor. Zaman kadar hayati maliyet yoktur ve bunun hesabı sorulmalıdır. ‘Standart onayı önemlidir, işime özen gösteriyorum’ mazereti geçerli değildir. Üretim bandının beklemeye tahammülü yoktur ve işini yavaşlatan bürokrat bunun hesabını verebilmelidir.

ZAMAN HIRSIZI MISIN?

DEVAMINI OKU

Sigorta hızını keser ama seni de korur

YUNUS EMRE BU SÖZÜ EĞRİ BÜĞRÜ SÖYLEME
SENİ SİGAYA ÇEKEN BİR MOLLA KASIM GELİR
Ozanın uyarısı şudur; varlığını sürdürmek istiyorsan, risk altında iken ATARAK SİSTEMİ KORUYAN sigortan olsun.

Altındaki yüksek performanslı arabanın 350 beygir gücü ile övünmen, ahmaklıktır. Eğer araçta 450 beygir gücünde fren sistemi yoksa, felaketin yakındır. Çünkü kontrolsüz güç, güç değildir. Bu, arabalar kadar kurumlar için de geçerlidir. Her sistemin tıpkı fren gücü gibi sigortaya ihtiyacı vardır. Zygmunt Bauman, Küresel Çağda Sosyal Eşitsizlik kitabında; “elektrik devresine aşırı yük bindiğinde, ilk iflas edecek par­ça; sigortadır“ der.

Sigorta, devrenin en az dirençli parçasıdır ve sisteme bilinçli olarak yerleştirilmiştir. Akım, güvenlik limitini aştığında, atıverir ve sistemin topyekûn yanmasını önler.

Günümüzde hız takıntılı pek çok yönetici, sigorta sevmez. Çünkü aldığı kararların denetlenmesini, icraatının hız kesmesini istemez. Sürece itiraz edeni (sigorta) yok eder.

Böylece sistemin tamamı riske girer, Çünkü atabilen sigorta devre dışıdır. ATABİLEN BİR SİGORTAN VAR MI?

DEVAMINI OKU

İşe alırken kandır Çıkarırken pusu kur

HOŞÇA KAL DEMENİN DE ADABI OLMALI
Çalışanına değer vermeyen, işten insan çıkarırken;
Teknolojiye başvurur, iletişim araçlarını kullanır.
Mertlik, ilkeli olmak yoktur hanelerinde…

İşe alım kadar işten çıkarma da o kurumun kalibresini belirler. İnsan kaynaklarının (İK) kalitesi de bu süreçte ortaya çıkar… Çalışanından korkan, onunla gönül bağı kurmamış işletmeler, işten çıkarmayı; “pusu” kültürüne indirger. Tuzak kurar, habersiz giriş kartını iptal eder. Evine tebligat gönderir, süt izninde kovar. Böylesi şirket çalışanı da kuruma sadakat beslemez; ”ben zamanımın şu kadarını bunlara kiralıyorum. Bunlar da bana ‘genişletilmiş alım gücü’ sağlıyor.” İşinin hakkını veren İK’cılar ise işten çıkarmayı yasaya, edebe göre yapar, yüz yüze konuşur. Sebebini bildirir, el sıkışır. Yönetim danışmanı Hülya Mutlu; ‘hoşça kal demenin de bir adabı olmalı’ diyor.

Zaten işsiz bıraktığın insanın özgüvenini sarsmaya, utanca boğmaya, onun ruhunda yar açmaya ne gerek vardı?

Bu tutum çalışan sadakati geliştirmez, kalan personeli de

        tedirgin eder sadece… PATRONLUK BU MUDUR?

DEVAMINI OKU

Klavye mi mouse mu?

KAYNAK SORUNU DEĞİL İDRAK SORUNU
Bilgiye kaynak aktarmak gerek.
Bizde kaynak bol fakat idrak eksik.
İdrak, eğer sen üretmemiş isen o bilgiyle hayatını yönetemeyeceğin gerçeğidir.

25 yıl önce bilişim konferanslarında sıkça uyguladığım test şuydu: ‘Bilgisayarı olan el kaldırsın.’ Önceleri tek tük ama sonraları, salonun neredeyse tümü el kaldırır oldu.

Bilgisayarı olanlara devamla şunu sorardım: “En fazla mouse’u mu yoksa klavyeyi mi kullanıyorsunuz?

Gelen cevapların genel dağılımı ilginçti; %80 mouse, %20 klavyeBenim buna getirdiğim yorum, klavyenin üretim, mouse’un tüketimi temsil ettiğiydi. Kısaca; üretmiyorduk

Rahmetli Turgut Özal, 80’lerde şunu diyordu; ‘1 milyon bilgisayar olsa, Türkiye’yi uçururduk.’ Kastettiği; bilgi sayesinde ekonominin dönüşeceği idi. Ancak Özal’ın vefatı ardından bu zihniyet sürdürülemeyince işyerlerimiz ve evimiz bilgisayarla dolmasına rağmen, sektör uçtu fakat Türkiye yerinde kaldı. Sebep? Bilginin de tüketicisi olduk.

Son 15 yıldır araştırma ve geliştirmeye bıkmadan kaynak aktarıyoruz. Ancak AR’aştırdığımız kadar GE’liştiremedik.

Ben bunu üretimsizliğe bağlıyorum. Başkasının ürettiği

        bilgiyle yetinmemeliyiz. BİLGİ ÜRETİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU