Yasalarla aldatmak

DAVAYI KAZANDIN AMA MÜŞTERİYİ KAYBETTİN
Yasaları eğip büküp, kendi çıkarı için kullanan yasal ama etik dışı firma modelleri eninde sonunda her yerde kaybedecek.
Unutma; her yasal hak helal değil.

Teknolojide ve iş yapma kültüründe yaşanan gelişmeler; müşteriyi “varlık sebebi” ve işini “ibadet” sayan yaklaşımın; sürdürülebilir ve kazandıran bir tutum olduğunu gösteriyor. Neticede, “etik” olmak; ahlaki duyarlılıktan öte, ekonomik mantığı olan bir davranış…

Müşteriyi yasayla koruduğumuz geçmiş yıllarda, kurnaz işadamları; yasaların ardından dolaşıp, hukuken haklı çıkacak dümenler peşindeydi. Sonuçta kaybettiler…

Çünkü değişen rekabet koşullarında seçenekleri artan müşteri, bir başkasını tercih ederek; bu, kanunen haklı fakat etik olarak dökülen firmaları; sildi süpürdü.

Reklamlarıyla “kafa karıştıran”, kampanyalarıyla müşterisini “aldatan”, yalan söylemese dahi “doğruyu saklayıp” müşterisine tuzak kuran kurnazlar hala var fakat hayatları giderek zorlaşacak gibi görünüyor. Müşteriyi “firmamızın parasını cebinde taşıyan insan” diye tanımlayan etik dışı zihin yapısındakilerin kaybedeceği bir    dönem geliyor zira…

KURNAZLIK MAHARET MİDİR?

DEVAMINI OKU

Bilgiyi kirletmeyin

YALANI NASIL TEŞHİS EDERSİN?
Yalancının mumu yatsıya dek yanarmış.
Sen yatsıyı bekleme, onu teşhis et
Eğer biri konuşurken sıkça yemin ediyorsa, bil ki sözü yalandır
Ancak kirli bilgi, yemine ihtiyaç duyar.

Bir yetkili .düşünün… Söylediği doğru çıkmıyor, ‘medya yüzünden böyle oldu’ diyor. Bir görevli düşünün; görevini kötüye kullanıyor, ‘yanlış anlaşıldım’ diyor. Bir insan düşünün, beyanı yalan çıkıyor. Artık ona güvenir misiniz?

Yalan beyan, çağımızın illeti… Bilginin kirletilmesi. Bilgi bir kez kirletilince güveni de ortadan kaldırıyor. Güvensizlik itibarı zedeliyor. Bireyler arasında çatışmayı körüklüyor.

Peki, bunlar yalan söyleme cesaretini nereden buluyorlar?

Yalanı, aptallığı, beceriksizliği veya kötü niyeti ortaya çıkınca insan utanmaz ? Yalan, alışkanlık haline gelebilir.

Böyle olunca bizler, yalancının teflon kaplı yüzün boyasını dökmedikçe, sapla samanı birbirine karıştırır, sonra da, “hayret, niçin bu noktaya geldik?” diye tepki gösteririz.

Rakamlarla oynayan, gerçekleri saptıran kadroların işini güçleştirmek gerekiyor. Aman bana bulaşmasınlar mantığı, bu insanlara cesaret veriyor. Sonuçta şeffaf maskelerle dolu arenada verdiğimiz maskeli balo, bizi yalan denizinde boğabilir.

YALANLARDAN MUZDARİP MİSİNİZ?

DEVAMINI OKU

Kültürünü depolama onu dünyaya göster

MÜZE MİSİN DEPO MUSUN?
Geçmişinle övünmek işin kolayı…
Zor olan bunu dünyaya tanıtmak.
Müze bunun için var ama bizdeki anlayış tarihimizi kültürümüzü teşhir değil onu depolayıp mümkünse herkesten saklamak.

Müzeler kültürün yalnızca gelecek kuşaklara aktarılmasını değil aynı zamanda bütün dünyaya takdiminin cisimleşmiş halidir. Evdeki koleksiyondan müzeyi ayıran, kültürü kurumsallaştırması ve kişiyi ziyaretçi haline getirmesidir.

Batı’nın ünlü müzeleri, kültürünü dünyaya takdim etmede “teşhiri” ön planda tutar. O müzenin hangi nadide eseri barındırdığı kadar, o eserleri kaç kişinin anılarına kattığı da önemlidir. Ancak bizdeki müzecilik anlayışı, “depo” mantığındadır. Tarihi eseri, mümkün olsa da insan eli ve gözü değmeden, bir sonraki kuşağa bırakma zihin yapımız yüzünden pek çok yerde fotoğraf dahi çektirmezler.

Misal Sümela Manastırı’nda cep telefonunuzu veya kameranızı çıkardığınızda, “güvenlik” tepenize dikilir. O eseri çalmak için plan yapıyor muamelesi görürsünüz.

         MÜZELERİMİZ TARİHİ ESER DEPOSU MU?

DEVAMINI OKU

Ortalık uzman dolu

PEKİ MEMLEKET NEDEN BU HALDE?
Ömrü TV stüdyolarında geçen tuhaf bir uzman türü oluştu.
Laboratuvarda araştırmada yoklar ama sürekli ekrandalar.
Bilgileri olmasa da hemen her konuda fikirleri var.

Daha önce birileri bir şeyleri başardı da biz mi kaçırdık?

Lafla peynir gemisi yürüdüğüne dair öykü görmedim ben.

Ahkâm kesmekten, bilgisi olmadığı halde her konuda fikir yürütmekten bıkmadık, gitti… Bu, genel karakterimiz…

Kendi işinde vasat ama ülkeyi yönetecek kadar iştahlılar…

Son zamanlarda dikkatimi çeken; enerji konusunda ahkâm kesme modasının giderek yaygınlaşması… Misal kaya gazı… Amerika’da 25 yıl uğraşıp geliştirilen ve dünya enerji dengesini etkileyecek boyuta gelen kaya gazı, bizdeki sözde uzmanların fazlaca rağbet ettiği konu haline geldi. Kaya gazı dünya gündemine oturunca bir anda ortalık, kaya gazı profesörleriyle doluvermişti. Sanki bunlar yıllardır bugünü bekliyormuş ve bir yerde saklanıyorlarmış gibi…

Sorsanız elinize kazma aldınız mı diye; “hayır” derler.

Sahada hiç birinin ayağına sondaj çamuru değmiş değil. Laboratuvardan daha fazla TV ekranlarında zaman geçiren uzman ordumuz var. Değer üretemeyince ha bire laf üret.

     NİTELİKSİZ LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜR MÜ?

DEVAMINI OKU

Alın teri akıl teri

AKLINI KULLAN KORKMA BİTMEZ
Akıl teri dökecek zeki ve yetenekleri bulmak kolay mı?
Vasat zekânın üstün yeteneği keşfetmesi mümkün mü?
Zeki insanlarımız için neler yapmalıyız?
Bize cevaplar lâzım.

Alın teri kutsaldır ancak akıl terinin alın terini sömürdüğü bu çağda akıl teri daha da kutsal hale geliyor.

Ülkemizin alın terini, akıl teriyle örtüştürmeye dünden daha fazla ihtiyaç duyulan çağda yaşıyoruz zira…

İhracatın hamalı değil efendisi olmak istiyorsak, kurala uyan değil kural koyan olmak istiyorsak, nicelik ve cirodan değil nitelik ve kârdan yürümek istiyorsak, alın teri şart.

Peki, alın teri ile akıl teri arasındaki katma değer farkı ne kadardır dersiniz?  Otomobil ve bilişim üzerinden örnek; 1990’da Detroit’in ilk 3 devinin Pazar değeri 36 milyar $ idi ve bunu 1,2 milyon alın teriyle sağlıyorlardı.

2014’e geldiğimizde Silikon Vadisi’nin 3 bilişim devinin Pazar değeri 1 trilyon $ idi ve bunu yalnızca 137 bin akıl teriyle sağlamışlardı. Katma değer farkına bakın; alın terinin uç noktasında kişi başına ancak 30 bin $ üretilebilirken, akıl teri sahibinin tek başına üretime katkısı 7,3 milyon dolar. Yalnız alın teri yetmeyebilir.

         AKLIMIZI FARKEDECEK KADAR AKILLI MIYIZ?

DEVAMINI OKU

2032 olimpiyatlarına şimdiden talip olmalı

2020 İSTANBUL OLMADI AMA…
Olimpiyatlara adaylık 2032’ye dek kapalı.
Ancak şimdiden 12 yıl sonrası için çalışmalı.
Olimpiyat yaşamış bir İstanbul gelişmişlikte zıplama yaşayabilir.

Bu yıl olimpiyat yılı. Filenin Sultanları voleybolcu kızlarımız Tokyo vizesi aldı ve sevindik. Tokyo 2020’yi kıl payı ile kaçırdığımızı hatırlıyorum. Oysa İstanbul 2020 için ne çok heveslenmiştik. Olmadı. Sonra olimpiyat hevesimiz kaçtı.

2024’te Paris, 2028’de Los Angeles’e verilecek olimpiyat için Türkiye’nin adaylığı 2032’ye dek kapalı. Ancak soru şu; İstanbul 2032 için şimdiden çalışmak gerekecek. Fakat biz alamadığımız Tokyo’nun yaz olimpiyatlarını seyretmekle yetiniyoruz. En fazla oraya takım ve sporcu göndermekle övünüyoruz.

Oysa yapılması gereken, çok uzak olsa da 12 yıl sonraki olimpiyatları Türkiye’ye getirmek için gayret sarf etmek olmalıdır. Üzerinden olimpiyat geçmiş bir kent, altyapısından imajına dek her alanda büyük değişim yaşıyor ve bu da o kentin dünya ligindeki yerini yukarı çıkarıyor.

         OLİMPİYAT 2032 İSTANBUL NEDEN OLMASIN?

DEVAMINI OKU

Tac Mahal Türk mermeri olsaydı

NATO MERMER NATO KAFA
En iyi mermer bizde ama markalar İtalyan, Çin.
Turkish Stones diye tanıtıma başladık ama…
Dünya abideleri Türk mermeri olabilirdi.

Hindistan’ın Akra kentinde, aşk ve estetik sembolü sayılan Tac Mahal’i gezdiğimde dikkatimi çeken, anıtı mezarın mermer kalitesizliği olmuştu.

İmparator Cihan Şah’ın, kocasını öldürerek evlendiği 7 eşinden 4’üncüsü Mümtaz Mahal’in 14’ncü çocuğuna hamileyken vefatı üzerine yaptırdığı mezarın adı Taç Mahal. Her yıl 3 milyon turist burayı ziyarete gelir. Zira bir kadına duyulan aşkı simgeler…

Cihan Şah’ın Mümtaz’ı ölümü ardından kız kardeşiyle evlendiğini de hesaba katarsak ne aşk ama… Bölgede bulabildikleri en iyi mermeri almışlar, çizimi estetik şaheseri ama mermer kalitesi bizim yapsatçıların merdiven boşluğuna dahi koymaya utanacağı kadar düşük. İşçiliği de hamam-türbe arası bir yapı yine de mermer abide olarak iş görüyor, çünkü dünya bu mermeri görüyor.

         TAC MAHAL TÜRK MERMERİ OLAMAZ MIYDI?

DEVAMINI OKU

Overlokçudan modaya

SABREDEN DERVİŞ MARKAYA ERMİŞ
Neredeyse her şirketimizin marka olmak için yürümeyen bir planı var.
Sorun, plana sadakat olmayışı…
Oysa marka başarısı strateji kadar sabırdan geliyor.

Teşvik; can suyudur. Neyi beslersen onu geliştirirsin.

Eskinin vahşi sulama anlayışındaki teşvik anlayışı çoktan tarih oldu. Sonrasında gelen yağmurlama yönteminde bölgeler ve sektörler teşvik edildi. Bizler modern teşvik sistemleriyle katma değeri yüceltme esasını benimsedik.

Ancak uygulama sürecinde gördük ki hak edene değil, hack edene (vurup alana) gidiyor teşvikler. Ağlamayana meme yok misali, Türkiye için gerekli olan değil de sesi çok fazla çıkan yararlanıyor teşviklerden. Misal kilosu 2,5 $ tişört ihraç eden de daha fazla üretim için teşvik peşinde.

Oysa katma değer, kilosu 85 $ moda ve markadan geliyor. Hal böyle olunca overlokçuları modacıya dönüştürmenin teşvik üzerinden bir yolunu bulamadık. İnovasyon lafını pek sevdik ama gereğini yapamadık. Marka için gayretimiz bizi Turquality çözümüne getirdi. Ancak küresel marka üretme yolunda parlak başarı örneklerimiz az. Bize gereken plan yanı sıra bir stratejiye sadakattir. Fakat sabrımız yok.

Marka sabır işiyse; SİZDE SABIR VAR MIDIR?

DEVAMINI OKU

Yarınını merak et

YARIN HİÇ KİMSEYE VAAT EDİLMEMİŞTİR
Ancak onu hak edene ikbal sunar.
Çünkü kendini yarınında şekillendirmiştir.
Yarını merak eden, kendi yarınını inşa ederse, yanılmaz.
Değilse, fal sana ne yapsın?

Vizyon, yarına dair bir öyküdür. Yarın kaygısı, gelişme sancısı çekmektir. Tomurcuk derdi olmayana “odun” deriz.

Bir sonraki adım, insanın merak repertuarında daima başyapıttır. Yarın, bilinmezdir. Ama kestirilebilir. Yarını kestirmenin en güvenilir yöntemi ise onu inşa etmektir.

Peki, firmalar ve bireyler, gelecek öngörüsü yaratmaya nereden başlamalı?  “İşe, yarını düşünmekten başlamalı.”

Yarını düşünme noktası, sanıldığı kadar da kolay bir şey değil. Öncelikle bugünü yarına uzatırken kullandığımız paradigma, genelde bize “kullanılmış bir gelecek” sunuyor.

Oysa yarın, başka bir düzlemde oluşuyor. Attila İlhan’ın “ben sana mecburum” derken mırıldandığı gibi; “sana kullanılmamış bir gök getirsem…” Birçoğunun daha önceden tükettiği düşünceleri ve imajları kullanıyor olmak, acaba bir “yarın” mıdır? Değildir. Yarını tahmin ederken bugünü “dönüştürmeden” geleceğe taşıma gafleti vardır.

Yarını düşünmeyen ulusların, kurumların bireylerin yarını olamaz.

KENDİ YARININI DÜŞÜNÜYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

280 karakterle bilim insanı olmak imkansız

ENFORMATİK CEHALET
Sizi bilmem ama ben kendimi her geçen gün daha da cahil hissediyorum.
Okudukça cehaletim artıyor.
Cehalet tahsil ediyorum.
Bilmem gerekenleri daha fazla fark ediyorum.

Twitter 140 karakter limiti 280’e çıkarılınca mesajların uzunluğu daha da kısalmış ama atılan twit sayısı artmış.

Soru şu; 280 karakterle bilim olur mu? Olmaz tabii ki…

Olsa olsa malumatfuruşluk olur ki bu da insanı ‘yarım porsiyon aydın’ yapar. Münevver değil… Günde 5 saat televizyon ve internetle meşgul iken yılda ancak 10 saat kitap okuyarak uygarlık mirasımızın hakkını veremeyiz.

Bildiğim şudur; arama motoru ile 280 karaktere sığdırılmış aforizmalarla gerçek bilgiye sahip olunmaz. Gün bitmeden değerini yitiren bilgiyle zamana meydan okuyan eserler verilemez. Bilgi için daha fazla emek harcamak gerekir.

Yüzeysel bilgi bilim için yetersizdir. Derinleşmek ise daha fazla okumak, daha nitelikli bilgi talebiyle olur. Cebimize akan bilgiyle alim değil, sosyal medya fenomeni olursunuz.

O da ertesi güne kalmaz. Buna enformatik cehalet diyoruz.

         BİLİM İNSANI OLMAYI DÜŞÜNÜR MÜYDÜNÜZ?

DEVAMINI OKU