Bezdirim belası yaygın

HER 4 ERKEKTEN 3’Ü MOBBİNGE UĞRUYOR

En sık uygulanan bezdirim yöntemi; alay etmek…

En çok mobbingi yöneticiler cinsiyet ayrımı ve etnik kökene dayalı yapıyor.

Mobbinge karşı mücadele şart.

Aşağılama, alay etme, damgalama ve dışlama gibi eylemlerle açığa çıkan mobbing, iş performansını düşürüyor.

İstanbul’da 10 özel şirkette bine yakın çalışanla yapılan araştırmaya göre, her 4 kadından 1’i, yine her 4 erkekten de 3’ü mobbinge maruz kalıyor.

Kadınlar genelde yöneticilerinden, erkekler ise çalışma arkadaşlarından mobbing görüyor.

İstanbul Ayvansaray Üniversitesi’nden  Dr. Öğr. Üyesi Yeşim Avunduk, mobbingin iş performansına etkisini ölçmek için İstanbul’da 10 özel şirkette bine yakın çalışanla mobbing (psikolojik taciz) araştırması yaptı.

Mobbing bir grup insanın bir kişi ya da diğer bir grup üzerinde caydırma, rahatsızlık verme, psikolojik baskı kurma ve taciz uygulamasıdır.

Her 4 kadından 1’i çalışmaya başladığı 1 ile 3 yıl içinde mobbinge maruz kalıyor. Özel sektörde çalışan kadınların %25’i çalışmaya başladıkları ilk 3 yıl içinde mobbinge uğruyor. 

Erkekler ise genellikle iş arkadaşlarınca bezdirime maruz kalıyor, mobbinge uğruyor.

   SEN DE İŞYERİNDE MOBBİNG MAĞDURU MUSUN?

DEVAMINI OKU

Toplantıya davet adabı

MÜHLET VERMEK HÜRMET GÖSTERMEK

Davet ettiklerinize sıkboğaz edip mühlet vermeden;

“toplantım var, atla gel” demek: terbiyesizliktir.

Bu; kibir göstergesidir, davetlilerinize saygısızlıktır.

Toplantı ve etkinlik düzenlerken davet ettiklerinize az mühlet tanımak, davet adabına uymaz. Davet için az mühlet vermek, sıkboğaz etmek, bugünden karar verip, yarın insanları toplantıya davet(!) etmek kabalıktır.

Eskiden bu daveti şirketler kendileri yapardı. Şimdi PİAR firması kullanıyorlar ve buna rağmen koca koca firmalar, ünlü insanlar, çoğu kez hayati önemde etkinliklerine misal; “yarına” davetiye çıkarabiliyorlar.

Herkesin yarını doluymuş, başka işleri varmış, onlar için önemli değildir. Zira ‘filan bakandan ancak olur gelmiştir’ patron ancak onay çıkarmıştır.

Zaten insanoğlu nefesini tutmuş o daveti(!) beklemektedir. Az mühlet, davet ettiklerinize hakarettir. Onların zamanına saygısızlıktır. S

izin aptallığınız, konuklarınıza karşı küstahlıktır.

Uygar toplumlarda short notice, büyük terbiyesizliklerden biri kabul edilir ve iş yapma kültüründe çok “ayıp” sayılır.

Davet verenin kalitesi, zamana gösterdiği saygıdan bellidir.

  ‘DAVETİM VAR ATLA GEL’ DEMEK; AYIP DEĞİL Mİ?

DEVAMINI OKU

Çok bilen çok yanılır

BİNDİĞİM AT BENDEN AKILLI OLMASIN

Hayat bir yarış ve akılsız atlarla yarış kazanılmaz.

Akılsız at seçme çabasını

kendinden akıllıları keşfetmekte gösteren

yönetici için başarı; kader olur.

Hele ki yarım yamalak bilen herkesten daha da çok yanılır. Çünkü bildiğini sanır ve böyle birine öğretmek imkansızdır.

Yöneticilerde gördüğüm şudur; liyakat sahibi ve gerçekten bilen insanları nedense kendilerinden uzak tutar, onlarla aralarına mesafe koyarlar.

Onun yerine kendilerinden daha az bilenleri tercih ederler. Zira ancak bu sayede kendini daha değerli, akıllı, zeki ve vazgeçilmez biri zannederler.

Gözlemim şudur; işletmelerde ikinci sınıf yönetici, etrafına üçüncü sınıf kadro edinir. İtibarını bu sayede koruduğunu sanır. Oysa birinci sınıf yönetici, etrafında bilen çalışan bulundurmak ister.

Önerim; kendinden daha zeki ve akıllı insanları bulup, onların hizmetine girmektir. ‘Hükmetmek’ değil, onların hizmetine girmek

Bu, zor bir zenaattir zira özgüven gerektirir, erdem gerektirir, basiret gerektirir.

Çalıştığı kişileri liyakat havuzundan seçenlerin başarısı ortadadır ve bilen adam yerine bizden adam seçenlerin hüsranı; daha da ortadadır. Çok bilen çok yanılır zira…

       ÖNCELİĞİN BİZDEN ADAM MI BİLEN ADAM MI?

DEVAMINI OKU

Zihin tembelliğine dikkat

AKILLI TELEFONUM BENDEN AKILLI MI?

Teknoloji, yapay zekayı organik zekamızın yerine koyma becerisi kazandı.

Biz bu süreçte hayat konforu içinde zihin tembeli oluyoruz.

Oysa sorun çözme yetimizi kaybetmemeliyiz.

Her konfor alanı, kendine has tembellik üretir. Eskiden 4 işlemi, kağıt kalemle ancak zihinle yapma uğraşını, hesap makinelerine devrettikten bu yana makine olmadan hesap yapamaz duruma geldik.

Çarpım tablosunu bilmeden mezun olanlarımız giderek artıyor. Bugün üniversite mezunlarının karekök almayı beceremediği görülüyor.

Denilebilir ki cep telefonu varken buna ihtiyaç yoktur. Söz cepten açılmışken unutulmaması gereken şu; cebimiz bizden daha akıllı mı?

Eğer öyleyse, başımız fena halde belada demektir. Zira sorun çözme kabiliyetini yitiriyor, zihnimizi tembelleştirip hayat karşında tutunma yetimizi zayıflatıyoruz demek bu…

Özü sakat olan, uzantılara muhtaçtır. Kabiliyeti yiten ve gelişmeyen, zihnini tembelleştirmekle kalmaz, başkasının çözümlerine muhtaç hale gelir.

Bu da hayatın dizginlerini kendi elimizle başkasına devir anlamı taşır ki bağımsızlığımız artık söz konusu olamaz.

Zihin tembel olursa ne mi olur? Şu olur; biat gelişir. Biat; beyni devre dışı bırakmanın adıdır.

         BEYNİNİ KULLANMADAN YAŞAYABİLİR MİSİN?

DEVAMINI OKU

Hakikati karartma

BİLMESİNLERCİLİK

İnsanlar bilgiyle aydınlandıkça

yönetenlerin keyfi davranışları kısıtlanır.

Bilen, sorgular, hesap sorar.

Bu yüzden muktedir; bilgiyi tekelinde tutar;

gerçeği karartır, yasaklar.

Bilgiyi tekelinde tutanların bu gücü ellerinden kaçırmamak için geri kalanların bilgiye erişimini zorlaştırmak, imkansız kılma çabalarına BİLMESİNLERCİLİK deniyor.

Orta Çağ Avrupası’nda üretildi; dini ve entelektüel sahada ölü bir dil olan Latincenin kullanılması, böylece eski Yunan ve Roma’dan  miras kalan bilgi, Rönesans’a kadar kilisenin tekelinde saklandı.

Bilmesinlercilik, Obskürantizm veya Obskürasyonizm, gerçeğin; toplumun bazı sınıf kesimlerce bilinmesinin kasıtlı olarak önlenmesi. Genelde gücü elinde tutanlar, bazı kanaat önderleri ve politikacıların silahıdır.

Bilmesinlerci tavrın temelinde yönetenlerin kullandıkları öğretilerin hakikatle tutarsızlıklarının olması ve bilginin yayılmasıyla yıpranacaklarına ilişkin kaygı yatar.

Kısacası “Bizden başka kimse bilmesin” diyenler için üretilmiş bir terim. ‘Sadece biz biliriz’ ifadesi yasakçılar dışında gerçeği geveleyen, saptıran, saklayan ve böylece kendine sınıf imtiyazı sağlayanların cehaleti yayma tutumudur bu.

     BİLENİ SEVMEYEN AYDIN DESPOTİST MİSİN?

DEVAMINI OKU

Yasalarla aldatma

YASAL AMA HELAL Mİ?

Yasalar ve piyasa şartları ne olursa olsun

gayriahlaki iş ve uygulamalar kabul edilemez.

Helalleşmek; dava kazanmaktan daha üstündür.

Çünkü her yasal hak; helal değildir…

Asıl olan, hakkın helal edilmesi olmalıdır. Asıl olan helalleşmek olmalıdır. Helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır.

Alev Alatlı böyle diyor; ‘Çünkü her yasal hak, helal değildir ve olamaz.’

Misal; imar ruhsatı almış bir müteahhit, şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama helal değildir.

21’inci Yüzyılın en yaman toplum projesi, helal olanı, yasal olanla örtüştürmektir.

Seçimle gelen ve yasal yetkilerle donatılmış bir siyasetçi düşünün, bu kişinin kısa sürede ve anormal bir şekilde zenginleşmesi, parayla oynar hale gelmesi belki yasalara uygun olabilir ama helal midir?

Bir işadamı düşünün, vergi ödememek için, yeminli yeminsiz mali müşaviriyle yasaların boşluklarını sonuna dek kullanır. Sonra da vicdanını rahatlatmak için devlete okul bile yaptırır ama helal midir?

Bir belediye başkanı, meclis üyesi hepsi yasal imar ruhsatlarıyla dere yatağına bina yaparlar, bunların tümü yasal olabilir ama helal midir?

 ÇAKTIĞIN KAZIK YASAL OLABİLİR AMA HELAL Mİ?

DEVAMINI OKU

Kopyala yapıştır kültürü

HAZIRA KONUCULUK FİKRİ TEMBELLİK MODASI

Bize ait olanı keşfetmek yerine

başarılı olanı taklit eğilimindeyiz

Oysa nimeti (orijinal) alıp külfeti (geliştirme) öteleyenin başarısı daim olmayacaktır.

Bozkırın Tezenesi rahmetli Neşet Ertaş; ‘biz çekmediğimiz acının türküsünü yakmadık’ der. Anlatmak istediği, çilesi çekilmeden, içselleştirilmeden kopyala yapıştır olmayacağı.

Başkasının kendi kültürel ve fiziki şartları için geliştirdiği modeller, bize ne kadar uyar? Şüphesiz ilham alma noktasında faydalıdır da bire bir kopyalamak, doğru değildir. Zira kopya, aslına hizmet eder, bize değil…

Tabiat boşluktan, hayat kopyadan nefret eder. Birbirinin tıpatıp aynısı 2 kar tanesi dahi yoktur. Ancak her damla bir diğerinin ilhamı, her insan bir başkasına rol modeldir.

Kopyacılıktan söz ediyoruz. Üretimden yazılıma, yasalardan iş modellerine dek; başkasının başarısını tıpatıp kopyalama saplantısından… Saplantı diyorum zira kopya; üzerine değer koymadan var olanı çoğaltma kurnazlığıdır. Endüstri 4.0 mı moda? Kopyala- yapıştır. Uysun, uymasın.

Çevrecilik şimdilerde moda mı? kopyala yapıştır, senindir.

Aslında değildir, kopyaladığın asla senin olmamıştır. Kendi özgün çözümün şarttır.  KOPYACILARDAN MISINIZ?

DEVAMINI OKU

Gülümse Korona çekiyor :)

MASKESİZ ARKADAŞ POZ VER;

TURKUAZ TABLODASIN ARTIK

Sosyal mesafeyi takmayan,

Kongrede hoplayıp zıplayan,

Uludağ’da kaynayıp coşan…

Bak; korona seni çekiyor.

Artık işin rengi değişti, geçmiş olsun.

Hey sen! Maskesiz dolaşmayı marifet sayan, ekrandasın.

Hey sen! Kongrede kaynayıp coşan, gülümse, ekrandasın.

Hey sen! Sosyal mesafe tanımayan genç, bak seni çekiyor.

Hey sen! Uludağ’da hoplayıp zıplayan, objektife poz ver.

Marifet mi  bilmem ama Turkuaz tabloda yerini aldın bile.

İnsanın bire bir yakınının başına gelmedikçe hiç birimimiz Covid virüsünün neleri yapmaya muktedir olduğunu dahi bilemiyoruz.

Hele ki kendi başımıza gelmeyince tam olarak anlamak çok zor. Sağlıkçıların maskeden şişmiş yüzlerini artık göstermiyoruz.

Entübe hastaların çektiği ıstırabı, ciğerleri iflas etmişin iniltilerini duymuyoruz.

Akşam ekranda sağlık uyarılarını sanki bize ait bir öykü değilmiş gibi dinliyor, koronaya giderek daha da yabancılaşıyoruz.

Oysa Korona bir gerçek, pençesine düşmeden yıkıcılığını tahribatını anlayamıyoruz.

Ancak korona gelip bizi bulunca ambulansların iç dizaynını, hastane odalarının gerçeğini, sağlıkçıların hakkı ödenmez fedakarlıklarını öğreniyoruz.

BANA BULAŞMAZ’ DEMİŞTİN, BULAŞTI MI YOKSA?

DEVAMINI OKU

Korona terbiye ediyor

SALGIN EN PAHALI EĞİTİM

#Korona her birimize özel eğitim

programı uyguluyor gibi.

Aşırılıklarımızı törpülüyor.

Hatalarımızı gösteriyor.

Ders üstüne ders veriyor.

Ancak bize en pahalı faturayı ödeterek…

Korona salgını yaşam tarzımızı derinden etkilemeye başladı.

Artık evde kalmak yadırganmıyor. Maskeli dolaşmaya alıştık ve daha az şeye ihtiyaç duyduğumuzun farkına vardık.

Bize haddimizi bildiren korona, eğitim maliyetini aldığı canlarla ödetiyor. Fiziksel mesafeye ihtiyacımız vardı, öğrendik.

Ellerimizi yıkamamız zaten gerekliydi, öğrendik. Çok fazla şeyi aynı anda istemenin gereksizliğinin farkına vardık. Ev bize yuva imiş; anladık.

Ailemize zaman ayırmak gerektiğini kavradık. Aşırıya kaçmanın maliyetini hatırladık. Tasarruf bilincinin hayati önemini hissettik.

Futbolcuya azamı ücret öderken sağlıkçıya asgari ücret lâyık görme hatasını bildik.

Daha fazla hastane, daha fazla silahtan daha hayatiymiş. Sürekli bizden vergi tahsil eden, bize ceza kesen kamunun; halka destek olması gereğini dünya örneklerinden gördük.

Fakirin yanında malından söz etmemeyi, hastanın yanında sağlığına övünmemeyi, dertlinin yanında ne kadar çok mutlu olduğunu haykırmamanın edep olduğunu gördük. İsrafın haram olduğunu anladık.

SEN NE DERSLER ÇIKARDIN?

DEVAMINI OKU

Rekabet kültürü

RAKİBİNE PUSU KURMA; MERT OL!

Yapıcı rekabet, mert işidir ve bizi geliştirir.

Yıkıcı rekabet, pusu işidir ve bizi de mahveder.

Rakibinle anlaşıp kartelleşmek ise toplumu zedeler.

Rekabeti, küresel ve centilmenlik boyutunda tanımlarsanız, ülkenizi, kurumunuzu ya da şirketinizi birinci lig ikliminde var edersiniz. Ancak rekabeti yıkıcı ve pusu üzerine kurarsanız, ülkeniz orta gelir tuzağına, kurumunuz ve şirketiniz de itibarsızlaşma sürecine girmiş demektir.

Pusu, akıldan ziyade kurnazlığı çağrıştırır. Mertlikten uzaktır. İstismar içerir. Karaborsacılıktan fırsatçılığa, koltuk istismarından rüşvet, irtikâp gibi bütün sosyal kirleticilere yataklık eder pusu…

Birinci sınıf Gelişmiş ekonomilerde rekabet algısının, kabile toplum düzeyinde olmaması gerekir. Bizde rekabet denince “ezeli rekabet” anlaşılır ve “en büyük filanca, başka büyük yok” klişesidir.

Rekabeti kim sevmez? Düelloya gücü ve yüreği yetmeyen sevmez. Bir de etik dışı kalmayı marifet sayan “imtiyaz obur” yapılar sevmez.

Rekabet; rakibi pusu kurup yok etmek veya rakiple anlaşıp halkı dolandırmak ikilemine saplanıp kalmış ise rekabet algımızı temelden sorgulamak

     gerekir. SİZCE GÜNÜMÜZDE MERTLİK ÖLDÜ MÜ?

DEVAMINI OKU