Yalan mağduru musun?

BİLGİYİ KİRLETMEYİN

Yalancının mumu yatsıya dek yanarmış.

Sen yatsıyı bekleme, onu teşhis et.

Eğer biri konuşurken sıkça yemin ediyorsa, bil ki sözü yalandır.

Ancak kirli bilgi, yemine ihtiyaç duyar.

Ama sen asla yalan söyleme.

Bir yetkili düşün… Söylediği; doğru çıkmıyor, ‘medya yüzünden böyle oldu’ diyor. Bir görevli düşün; görevini kötüye kullanıyor, ‘yanlış anlaşıldım’ diyor. Bir insan düşün; beyanı yalan çıkıyor. Artı ona güvenir misin? Yalan beyan çağımızın illeti. Bilginin kirletilmesi. Bilgi bir kez kirlenince güveni de ortadan kaldırıyor. Güvensizlik, itibarı zedeliyor.

Bireyler arasındaki çatışmayı körüklüyor. Peki, bunlar yalan söyleme cesaretini nereden buluyorlar?  Yalanı, aptallığı, beceriksizliği ve kötü niyeti ortaya çıkınca insan utanmaz mı? Yalan; alışkanlık haline gelebilir.

Böyle olunca bizler, yalancının teflon kaplı yüzün boyasını dökmedikçe, sapla samanı birbirine karıştırır, sonra da ‘hayret, niçin bu noktaya geldik?’ diye tepki gösteririz. 

Rakamlarla oynayan, gerçekleri saptıran kadroların işin güçleştirmek gerekiyor. Aman bana bulaşmasınlar mantığı, bu insanlara cesaret veriyor.

Sonuçta şeffaf maskelerle dolu arenada verdiğimiz maskeli balo, bizi yalan denizinde boğabilir.

       YALANA İNSAN NEDEN İHTİYAÇ DUYAR?

DEVAMINI OKU

Sağlıkçılar ölüyor

GÖREV ŞEHİDİ SAYILSINLAR

Bizleri hayatta tutabilmek için hayatlarını kaybeden sağlıkçılarımız, şehit sayılsın.

Bizim için ölen bu insanlarımıza borcumuz yok mu?

Haberimiz var mı? Bizler düğünlerde, plajlarda, kulüplerde, vur patlasın çal oynasın tedbirsiz dolaşırken, sağlıkçılarımız teker teker ölüyor. Doktorundan hemşiresine, destek biriminde çalışanından hastane görevlisine dek ölüyorlar.

Koronalı hastalarla temas halinde olan bu insanlarımız, bizi hayatta tutmak için olağanüstü fedakarlık içinde gece gündüz çalışırken, sorumsuzlarımız maske takmamayı dahi maharet sayabiliyor. Geçenlerde ‘maskesiz haydutlar’ diye bir kamu spotu yazmıştım, yemediğim hakaret kalmadı.

Sağlıkçılarımız ölmesin diye onlara iş çıkarmayalım diyoruz. Bakanı, bakmayanı; ‘tedbir alın, sağlıkçılara iş çıkarmayın’ diye haykırıyor. Tedbirleri ciddiye alanları özenle ayrı tutarak diyeceğim odur ki sağlıkçılarımızı bu sorumsuzlar öldürüyor.

Önerim; Korona salgını sürecinde canla başla mücadele eden ve canından olan doktor, hemşire ve diğer sağlıkçılarımız; ‘GÖREV ŞEHİDİ’ sayılsın.

Bizim için ölen bu değerli insanlarımıza hiç değilse böylesi bir minnet duyalım.

          BİZİM İÇİN ÖLENLERE BORCUMUZ YOK MU?

DEVAMINI OKU

Hukuk yapay zekası

DAHA İYİ YARGI TÜRKİYE’NİN HAKKI

Hukuk sadece sosyal hayatla değil ekonominin sinir sistemi ve kan damarı gibidir.

Hukuk ne kadar iyi çalışıyorsa ekonomik başarı o kadar yüksek olur.

Daha İyi Yargı Derneği Başkanı Av. Mehmet Gün ile adli yıl başlarken yargının sorunlarını ve hukuk organik zekasını konuştuk. Gün; ‘sadece adli yıl değil, virüslere ve yapay zeka çağı başlıyor’ diyor.

Hukuk, yapay zekaya muhtaç ve acilen Milli Platform oluşturulmalı. Daha iyi bir yargı için bilgisayarları akıllıca kullanmalı. Danıştay’ın 15 günde yaptığı işi birkaç saniyede çözmek mümkün. Dünya hukuk yapay zekasını kullanmaya başladı bile.

Çağ, virüslerle mücadele; teknoloji, yapay zekâ ile refah çağıdır. Dünyaya virüsler ve yapay zekâ geliştirenler egemen olacak. İyi işlemeyen Yargı, tehlikeli virüs gibidir; hukuk düzenini zehirleyerek ülkeleri çürütür ve aniden çökertebilir.

Buna karşın saygın, şeffaf ve iyi işleyen Yargı ve sağlayacağı ileri hukuk düzeni; demokrasinin temeli, küresel rekabette ülkelerin sosyal, siyasal ve iktisadi güçlerinin kaynağıdır.

Eski alışkanlıkları bırakmak, hukukta da yapay zekâ çağını yakalamak şarttır. Türkiye; daha iyi bir yargıya muhtaçtır.

      SEN ADİL VE HIZLI YARGI İSTEMEZ MİSİN?

DEVAMINI OKU

Farklılığın muhteşem tadı

AŞURE MUCİZESİ

Nuh’un Tufan sonrası gemideki farklı canlılara ilk çorbası.

Adem’in tövbesinin kabulü,

Yusuf’un kuyudan kurtuluşu,

Kerbelâ şehadetinin günü.
10 farklı tat ama asla farklı tatları karıştırmak değil…

Her biri kendi tadıyla güzel 10 farklı malzemeden Muharrem’in 10’unda pişirilmeye başlanan Aşure tatlımız…

Birinin tadının ötekini baskılamadığı, damağın her farklı malzemeyi hissedebildiği, tarihsel geçmişe sahip Aşure

Anadolu Kazanı gibi… Farklılıkların zenginliğiyle ufukların efendisi olan Osmanlı gibi. Her rengini, lezzetini, tadını hissettirebilmenin muhteşem mucizesidir Aşuremiz…

Ancak bu farklı tatları alıp mikserde karıştırmaya çalışanların ıskaladığı; ortada tat, lezzet kalmayacağıdır.

Bütün farklılıkları ortadan kaldırıp mikserde karıştırınca artık tat değil, sağlıksız kaloriden söz etmiş olursunuz.

Her biri farklı geleneği, müziği, folkloru ve hayat tarzını barındıran insanları tornaya sokup sıradanlaştırmak, zenginlikten fukaralık üretmektir. Çok büyük akılsızlıktır.

Anadolu gibi binlerce yıldır onlarca uygarlığın beşiği olmuş topraklarda, farklılıkların lezzetini hatırlatır bize Aşure…

Herkesi aynı kalıba sokup uygarlık fukarası yapmayı değil.

        SENDEN FARKLI OLANDAN BU KORKUN NEDEN?

DEVAMINI OKU

Kriz sürecinde dönüşüm

DAHA İYİ BİR YARIN UĞRUNADÜNÜ GERİDE BIRAKABİLMELİ

Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutamazsın.

Korona sürecinde ya dünün anormaline dönecek veya yarının yeni normalini inşa edeceksin.

Tercihin; yarınını oluşturacak.

Dünüşüme ben; ‘daha iyi bir yarın uğruna, dünü geride bırakmak’ diyorum. Dünü inkâr etmeden, yarını tasarlamak.

Geleceği tahmin etmenin en verimli yolu, onu inşa etmektir.

Yarını dert etmeyenin yarını olmaz. Falcısından fütüristine, vizyonerinden liderine dek pek çok insan kurum, bir sonraki adımın nerede olacağını düşlüyor, araştırıyor, planlıyor.

Gelecek, arabanın ön camı gibidir. Gideceğin yerin adresi orasıdır. Gözü sürekli dikiz aynasında olan ya otoparktadır veya geriye gidiyor demektir. Geçmişi bu yüzden inkar edemeyiz. Arabasında dikiz aynası olmayan sürücü kendini tedirgin hisseder. Ardında bıraktığı yolu da bilmek ister.

Dilinden ‘sürdürülebilirlik’ kelimesini düşürmeyenlere bakın:

Eylemlerinden çok azı sürdürülebilirliğe hizmet ediyordur.

Önerim, daha iyi bir yarın tasarlamaktır. Dünün zihin yapısı ve bugünün verisiyle değil, yarının nerede şekilleneceğini araştırarak…

Korona ve ekonomik kriz, bize yarının farklı olacağını gösterdiyse bu yeni normale dönüşme zamanıdır.

        SEN KENDİ YARININI TASARLAYABİLDİN Mİ?

DEVAMINI OKU

Seçenesizseniz Seçenek sizsiniz

ÇOKTAN SEÇMELİ NESİL YOKTAN ÜRETEBİLİR Mİ?

Eğitimi boyunca seçenek oluşturmasına izin verilmeyen neslin, yoktan üretmesi imkansızlaşır.

Üretemez. Zira seçenekleri dışına çıkması ona sınav, iş fırsatı kaybettirir.

KPSS zekası’  diye bir kavram üzerinde çalışıyorum. Devletin hizmet almak için başvurduğu bu sınav; çoktan seçmeli testtir. Resmen onaylanmış seçenekler içinden o pozisyona uygun olanı seçme becerisini ödüllendirir.

Şıklar arasına; ‘başka’ cevap, ‘farklı’ çözüm, ‘yenilikçi’ yaklaşım ekleyemezsiniz. ‘Hepsi’ veya ‘hiçbiri’ gibi  şıklar daha önceden tanımlanmıştır.

Hal böyle olunca KPSS ile ancak ‘onaylı’ ve ‘vasat’ olan işe girer; farklı ve yenilikçi düşünenin kamu hizmetine girmesi önlenmiş(!) olur.

Çoğu kendi İK’sının işgali altındaki özel sektör de pek farklı değildir. Farklı düşüneni işe almazsan, farklı işleri nasıl yaparsın ki?

Okuldaki sınav sistemi de çoktan seçmeli mönüdür. Yaratıcı düşünceye izin vermez. Ancak iddiam şudur: seçeneksiz bırakıldıysan; doğru seçenek sensin.

        SEÇENEKLERİNE SAHİP ÇIKABİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

İşbirliği-güç birliği şart

İRİ OLMAK DİRİ OLMAK

Ortaklıkların %15’i 5 yıl sürüyor.

Daha uzun süreli ortaklıkların oranı %5.

Akıllıların ortaklığı sürüyor da

kurnazların ortaklığı, hasılatı paylaşana dek.

İri ve diri olan kazanır.

Korona ile daha da artan küresel riskler üzerimize gelirken kaçınılmaz bir şekilde işbirliği-güç birliği, önem kazanıyor.

KOBİ cenneti Türkiye’de ne yazık ki ölçek ekonomisiyle başımız hoş değil Azıcık aşım, Kaygusuz başım deriz fakat her biri kendi ölçeğinde 1,3 milyon şirketin binde düzeyi büyüktür ama ekseriyeti küçüktür

Güç birliği, değişen  rekabet şartlarında hayatta kalmanın bildik yoludur fakat diğerine güvensizlik yüzünden yetersizdir. Oysa ki Anadolu Kaplanlarını bölgesel güce dönüştürmek için buna ihtiyaç fazla.

Biliyoruz ki yörede nitelikli KOBİ, bölgesel güç ve küresel marka olabilmek için ortaklık şart. Fakat ortağını dolandırmamak da şart. İnanç iklimimiz ortaklığa uygun aslında…

Mesaj gayet net; ‘Allah buyuruyor ki, biri diğerine  ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum.  Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aradan çekilirim.’ Bugün Zafer Bayramı ve güç birliği ile neleri başarabildiğimizi gördük. İşbirliği yapmayan küresel haydutlara av olacaktır.

       İNSAN ORTAĞIDAN NEDEN KURTULMAK İSTER?

DEVAMINI OKU

Endüstri:4 Türkiye:0

GEYİK 4.0
Endüstri 4.0 kavramını dahi geyiğe bağladık.
Eğer bizim nitelikli üretim, katma değerli ihracat ve güçlü ENDÜSTRİ davamız var ise “4.0” beyhude muhabbeti yerine aklımızı, gayretimizi nitelikli üretime odaklamalıyız.

Ne mi demek istiyorum? Baştan söyleyeyim. Eğer üreticisi değilsek; ‘Endüstri 4 Türkiye:0’ olacak bu maçın skoru. Biz ise tıpkı ‘internet, bilgi toplumu, ar-ge, inovasyon’ gibi kelimelerin içini boşaltmakla yetinip, geyik muhabbetine bağlayacağız bu gidişle…

Endüstri kaç.sıfır olduğundan ziyade üretimde nitelik dönüşümü önemli. Fakat biz ‘4.0’ lafını etmekten eyleme zaman bulamıyoruz. Türkiye’de nitelikli üretim artsın, Ar-Ge olsun diye neler yaptık neler.

Yasa dedik çıktı, kaynak dedik aktarıldı, iyi çalışanı özenle ayrı tutarak gördük ki teknoparkları emlak ofisine, Ar-Ge merkezlerini AR’akla GE’tire çevirmişiz. Tarım 4.0 mı? Aslında çifti tarım teknolojisine 2.0 mağlup iken Tarım 4.0 demek, gıdada dışa bağımlı halimizi ti’ye almanın ifadesidir.

Lütfen her kavramın ucuna ‘4.0’ getirip işin içinden sıyrılma kurnazlığını göstermeyelim. Yunus Emre diyor ki; ‘Bir testiyi koyarsan bir pınarın başına / Kırk yıl orada dursa kendi dolası değil.’ Geyik muhabbetini bitirip testimizi dolduralım.

         KENDİMİZİ KANDIRMAKTAN VAZGEÇSEK Mİ?

DEVAMINI OKU

Bindiğin dalı kesme

VİCDANSIZLAŞMA
Korona bize ayna tutuyor.
Piyasada etik dışı davranışlar çoğaldıkça sosyal hayat bozuluyor.
Biz; halimizi güzelleştirmedikçe işlerimiz de düzelmez.
Vicdan; bedendeki yük değil, içimizdeki sigortadır.

İş dünyasındaki ilişkilerin evrensel kabul görmüş değerler üzerinden yürümesini savunan iş etiği yaklaşımı var. Bizde de pek çok kurum, uygulamasa dahi iş etiğini reddetmeyen algı düzeyine ulaştı. Zaten mayamızdaki ahilik, lonca gibi kurumlar, kadim zamanlarımızda iş yapma kültürümüzün DNA’sıydı.

Fakat temel sorun; iş etiğinin ‘yavaşlattığı’ etik olmayan rakipler karşısında ‘rekabet dezavantajı’ yarattığı ve ‘masraflı’ olduğu önyargısıdır. Öyle ya bir yandan vergini ödeyecek, çalışanını soymayacak müşteri kazıklamayacaksın.

Öte yandan bunları yapmayan rakibinle, iç-dış pazarlarda fiyat rekabeti yapacaksın. Kabaca; etiğin bir külfet olduğu söylenebilir. Dinin de vicdanın da etik davranmayı, ahlaki ve toplumsal değerlere saygıyı emretse bile ‘rekabet şartları

 gerekçesiyle, ‘başkasında güzel ama biz yapamayız’ çıkmazına saplanıyoruz. Oysa biliyoruz ki serbest piyasa vicdansızlaşırsa vahşileşir ve çözdüğünden daha fazla sorun çıkarır. Bu da insanın bindiği dalı kesmesi demektir.

         İŞ DÜNYASINDA SEN VİCDANLI BİRİ MİSİN?

DEVAMINI OKU

Abonelik tuzakları

BURADAN ÇIKIŞ YOK
Banka telekom mağaza gibi aboneliklere giriş kolay ama çıkış neredeyse imkânsız.
Müşterisini dijital tuzağa çeken firmayla ilişki kesmek bu kadar zor olmamalı.
Abonelik iptali tuzaklanmasın.

Giderek abartan ve müşteri aleyhine gelişen bir tutum var; sisteme giriyor ama çıkamıyorsun.

Sistem dediğim şu; abonelik, hizmet sözleşmesi, hesap sahibi olmak ve benzeri işlemler… İster telekom firmaları olsun ister bankalar, sizi bir kez bilgisayar sistemine kaydetmiş ise artık ilişkinizi kesemiyor, almadığınız hizmete para ödemeye mecbur bırakılıyorsunuz. 

Banka mesela; diyelim ki kredi kartınızı iptal edeceksiniz… Bunun için ulaşabileceğiniz telefon numarası veya posta adresi yoktur. Sesli yanıt sistemleri üzerinden telefon tuşlarını beyhude tuşlayıp durursunuz.

Telekom şirketleri mesela; internet, korona iş modelimizi dönüştürdü. Tıpkı diyalize bağlı yaşayan diyabet hastaları gibi hayatımızı cihazlarla sürdürüyoruz.

Aldığınız bir hizmetten memnun değilsen, çıkmayı dene. 5 yıl ucunda cihaz olmayan hattımı iptal etmeme rağmen yıllardır yüklü faturalar gelmeyi sürdürmüştü.

Önerim şudur; mahkemeler verilmeyen hizmetten para talep edeni cezalandırsın,  aboneleri değil…

ABONELİKTEN ÇIKMAK NEDEN ZOR?

DEVAMINI OKU