Şişik ego oyun bozar

EKOSİSTEM Mİ? EGOSİSTEM Mİ?
Biri sıkça ekosistem diyorsa, bunu diyenin egosuna bak.
Üretimi artırmak mı istiyor, egosuna meze mi arıyor?
Bizdeki ekosistem denemelerinin başarısızlığı altında işte bu egolar yatıyor.

Fikri; çilesini çekip üretmeyip, ondan bundan kopyalayan; sloganlara meraklı olur. Her moda kavramı alıverir ve içini boşaltıverir. Tıpkı ekosistem kelimesi gibi…

‘Batılı sözünü çok ediyor, başarıların altında bu kavram var. O halde biz de dilimize sakız edersek, bu iş tamamdır.’ Aslında değil. Ekosistem; bir bölgede bulunan, canlı, cansız varlıkların karşılıklı oluşturdukları sistemin adı….

Etkileşimle gelişen olgular sayesinde birlikte iş yapma, daha çok üretim, katma değer üretme. Eğer sistemin unsurları aynı yönde hareket etmez, bu birliktelikten bazıları bireysel kazanç sağlama kurnazlığını seçerse, en iyi tasarlanmış ekosistem dahi egosistem halini alır.

Nedir bu EGOSİSTEM? Nimeti alıp külfeti öteleme kurnazlığı… Sorunu kendi sorumluluk alanı dışına itme kolaycılığı… Ekosistemin değer üreten parçası olmak yerine kendi egosunu besleme aracı haline getirme ahmaklığıŞişirilmiş egolarla ekosistem kuramazsın.

Biri ekosistemden söz ediyorsa, egosuna meze arıyor olabilir.

  EKOSİSTEME GİRERKEN EGONU TERKEDER MİSİN?

DEVAMINI OKU

Karar verirken dikkat!

HIZLI ve SEZGİSEL Mİ? YAVAŞ ve DİKKATLİ Mİ?
Kararlarını alırken nasıl davranırsın?
Anlık alınan kararın doğru olduğuna emin misin?
Acaba biraz daha düşünsen, aynı kararı mı verirdin?

Karar verirken nasıl davranırsın? İçine o an ne doğarsa mı yoksa düşünüp dikkat ederek mi? Çoğu kez her iki yolla da…

Bizler, sezgisel olarak doğru kararı aldığımıza inanırız. Dürtüsel kararlar iyi olabilse de her zaman öyle değillerdir. Düşünce tarzımızı başlıca 2 türlü tanımlamak mümkündür;

1-Hızlı ve Sezgisel, 2- Yavaş ve dikkatli… Örnek verelim;

1 kahve ile 1 kurabiye; birlikte 1 lira 10 kuruşa satılıyor. Kahve; kurabiyeden 1 lira daha pahalıdır. O halde kurabiye fiyatı nedir? Çoğu insan hemen 10 kuruş olduğunu söyler. Bu, hızlı ve sezgisel karar verme sürecinin neticesidir.

Ancak problem üzerine daha dikkatli düşününce; doğru cevaba ulaşılabilir. Kurabiyenin fiyatı; aslında 5 kuruştur.

Siz yine de hızlı ve sezgisel verdiğini kararlardan fazlaca emin olmayın ve bir kez daha gözden geçirin. Göreceğiniz; bazı şeylerin dikkatinizden kaçabildiği olacaktır. Sezgisel kararlar bize zaman kazandırsa da hata riski barındırırlar. Dikkatli davranmak, yavaşlatacak ama hatayı azaltacaktır.

 SEN KARARLARINI ALIRKEN NASIL DAVRANIRSIN?

DEVAMINI OKU

Bedava; en pahalı şey!

BEDAVAYA NE ÖDEDİĞİNİ BİLİYOR MUSUN?
Bir yerde “bedava internet” görürsen veya free wifi işareti gözüne çarparsa, bil ki bunun bedeli mahremiyetindir.
Bedava peynir; yalnızca fare kapanında bulunur.

Bedelsiz olana bedava diyoruz. Oysa bedava peynir sadece kapanında bulunur. Çoğu kez, bedava sandığımız bize çok pahalıya mal olabilir. Hele ki söz konusu bilgi ise…

Bilgi; güçtür ve elinde tutana avantaj sağlar. Fakat daha önemlisi mahremiyete dair bilginin, başkası elinde silaha, avantaja dönüşeceği gerçeğidir. Şu anda 7,5 milyar insanın yaşadığı gezegende sim kart ve tablet sayısı, dünya nüfusunu aştı.

Öyle ki her saniye 2 çocuk doğarken 10 simkart aktif hale geliyor. Bunun anlamı, giderek bütün insanlık kapsama alanı içinde. Sadece para işlemi değil, sosyal medya paylaşımı ve konum cihazları sayesinde ardınızda bıraktığınız iz zaten sizin mahremiyetinizi ‘kendi elinizle ifşa’ niteliğinde…

Bunun dışında bir olgu; size ait bilgilerin ticarileştirilmesi, mahremiyetinizin pazarlanmasıdır. Bir yerde bedava wifi görürseniz bilin ki ödemeyi mahremiyetinizle yapacaksınız. Bedelini göremiyorsan, o şey bedava olmak zorunda değil.

Sorun şu ki siz bunun farkında mısınız yoksa değil misiniz…

        BEDAVANIN BEDELİNİ ÖDEYEBİLECEK MİSİN?

DEVAMINI OKU

Kamu Spotu 1 yaşında

KAMU SPOTUNU SİZCE NASIL GELİŞTİREBİLİRİM?
Tam 1 yıldır her sabah kamu spotları ürettim.
Kısa ve öz olsun istedim.
Bu sürede çok fazla tepki aldım.
Beğenen de oldu eleştiren de.
Acaba daha iyisi için ne yapmalıyım?

Geçen yıl 26 Temmuz’da başlattığım spotlar, birinci yılını doldurdu. Bu sürede her sabah kamu spotu ürettim. Günlük hayatta karşılaşılan tehditlere dikkat çekmeye çalıştım. Fırsatlara işaret ettim. Kamuya, özel sektöre, yöneticiye, yönetilene ve ziyadesiyle kendimize dair konuları işledim.

Kriterim şu oldu; yazdıklarımın hayatta karşılığı olmalı ve bir fayda üretme iddiası bulunmalı… Bazı kamu spotlarım çok fazla ilgi gördü, paylaşıldı. Bazı kamu spotlarımla tenkit edildim. Bazıları için alkışlandım. Ancak eleştirileri daha çok benimsedim.

Zaten 1 yılda günde en az 1 saatimi alan bu kısa yazılar, beni de eğitti. Hayatımda deneyimlemediğim hiçbir şeyi; kamu spotu yapmadım. Genel geçer ezberlerden kaçındım, ihtiyaç avcılığı yaparak dert edilesi sorunların ve peşinden koşulası cevapların arayıcısı oldum.

Öğrendim ki başarı; sabır, sebat, süreklilik, iyi niyet ve samimiyet ile geliyor. Fayda üretmenin kısa yolu yoktur. İnandığın şeyi aktardığında ise mutlaka onu dikkate alanlarımız olacaktır.

        KAMU SPOTU SİZE YARARLI OLABİLİYOR MU?

DEVAMINI OKU

Ortalıkta ne çok silgi var

GİRİŞİMCİ BİR TANE DURDURUCU BİN TANE
Düşünür, bulur, gayret eder, üretirsin.
Bu girişimini, çoğu kişi engeller.
Elinde silgileriyle dolaşan yığınlara bak.
Seni silmeyi başaramayınca da başarına ortak oluverirler.

Yeni farklı şeyler önerenlerin bilmesi gereken, bu yüzden çok fazla hırpalanacaklarıdır. Durum bu diye vazgeçmek mi? Asla… Ancak eziyet görüleceği kesindir. Öncelikle farklısın ve tehdit oluşturuyorsun.

Zira insan kendine benzeyenleri benimsemeye yatkındır. Ayrıca yeni şeyler söylüyorsun da bakalım bu yeni şeyler bize faydazarar mı getirecektir?

Yetmedi; sana direneceğiz ve sen hala vazgeçmemişsen biz ancak o noktadan sonra seni benimsemeye başlayacağızdır.

Düne dair mevcut ezberi bozan, güne dair yeni şey söyleyen ve yarına dair ilginç girişimleri olanın geçmesi gereken 4 kapı olduğunu unutma; 1– yok say kapısı, 2-alay etme kapısı, 3-savaşma kapısı ve 4– kayıtsız şartsız takdir kapısı…

Bu 4 kapıdan geçene dek vazgeçmemiş ve hayatta isen ancak o zaman kahramanımız olacaksındır. Seni yok sayan, alay eden, seninle savaşan bizler, girişiminin sonucu ürettiğin zenginlikten kendimize pay çıkaracak, belki de iş isteyecek ve senin başarına, hakkımız olmasa da ortak olacağızdır.

       SAHİ, GİRİŞİMCİYE DESTEKTE SAMİMİ MİYİZ?

DEVAMINI OKU

Bilgi yoksulu olmayın

SİBER VAROŞ TEHLİKESİ
Gezegen; daha bilgililerin yönetimine giriyor.
Makineler bile giderek akıllanıyor.
Bilgiyi reddedenler uygarlığın taşrasına düşecek.
Bilgisizler; siber varoşların habitatı olacaklar.

İnsanların zengin ya da yoksul olduğunu anlamak için hangi coğrafyada yaşadıkları önemlidir. İbni Haldun; ‘coğrafyanız kaderinizdir’ der.

Ancak bilginin etkisiyle bu önem yerini; bulunduğu eğitime bırakmaya başladı. Bill Gates ile bundan 23 yıl önce Londra’da bir söyleşi yapmıştım. Bilgiye erişimin zenginlik ilişkisine dair sorumu şöyle cevaplamıştı; ‘bir insanın zenginliğini anlamak için eskiden küredeki yerine bakardık. Eğer bu kişi Somali’de ise fakir, Londra’da ise  zengin idi.

Ancak şimdi bir kişinin zenginliğini anlamak için, bulunduğu eğitim düzeyine bakıyoruz. Londra’daki kişi eğer eğitimsizse aynı aile içinde, Somalili birinden daha fakir olabilir.

Burada işaret edilen nokta; bilgi uçurumunun, gelir uçurumunu derinleştirdiğidir. Zengin ile yoksulun derinleşen refah farkı, bilgi ile ölçülür hale geldi artık. Bilgi; üretim faktörü olarak tanımlanıyor.

Üretemiyorsan siber varoş olacak, uygarlığın taşrasına düşecek, başkasına bağımlı yaşayacak, dijital uçurumdan yuvarlanıp marabalaşaksın…

    KENDİNİ BİLGİ YOKSULU HİSSEDİYOR MUSUN

DEVAMINI OKU

Çokluk yeterli midir?

NİCELİK DOLUDİZGİN FAKAT NİTELİK YAYA
Ortalık çokluktan geçilmiyor.
Niceliği övelim fakat niteliği de bilelim.
209 üniversitede binlerce diploma üretiyoruz.
Ancak beceri ve bilim üretenimiz ne kadar?

Gereklidir ama yeterli değildir. Eğer bir kavramın hacmini büyütürken içini boşaltırsan ne olur? Olacağı şudur; sayısını abartır, şişirir, değersizleştirirsin. Buna niteliksiz büyüme diyoruz.

Misal enflasyon böyle bir şeydir. Fiyatlar şişmiştir ama cebindeki para yetersizleşmiştir.

Eğitimden bir örnek; Mühendislik fakültesindeki profesörün itibarı, 1970’lerdeki endüstri meslek lisesi öğretmeninin itibarından  düşüktür.

Bugün iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı, ülkedeki liselerde görevli öğretmen  sayısından hayli fazladır.

lahiyat fakültelerindeki öğretim üyesi sayısı, 1970’lerde imam hatip liselerindeki meslek dersi öğretmenlerinden fazladır.

Sayılar doludizgin artmış ancak kalite yaya kalmıştır. Zira eğitim kalitesinin ölçüm değerleri, nicelik rakamlarından ayrı düşmüştür.

Okulları diploma fabrikasına dönüştürdük ama beceri kazandırma geride kaldı. Bize düşen, niceliği değil niteliği arttırmaktır.

  ARAMIZDA LİYAKATİ ARAYIP SORANIMIZ VAR MI?

DEVAMINI OKU

Dil varlığın evidir

OKU Kİ DİLİN GENİŞLESİN
Kitap okumayan ile okuma yazma bilmeyen arasında pratikte fark yoktur.
Hayatını 300 kelimeye sıkıştıran nesille değil aya, yarına dahi varamazsın.
Türkü dinle, kitap oku ve zihnin gelişsin.

Filozof Heidegger böyle diyor. Konuşulan dilin, kullanılan aksanın bile insanların algıları ve hayatı anlamlandırmaları konusunda son derece önemli bir role sahip olduğunu söyler.

Bizim Güldür Güldür ekibinin başarılı skecinde İsmail ise hayatı 5 kelimeye indirgemiş; Aynen, sıkıntı yok, eyvallah, yâni, ne alâka…

Ne yazık ki günümüzde kendini ifade için çok az kelime ile yetiniyoruz. İnsanın anadili, kendisini kâinatta ifade edebileceği tek mantıktır.

Ana dilimiz, bizim için ana sütü kadar gereklidir. Hal böyle olunca Türkçe için tehlike çanları çalıyor. Gençler kitap okumuyor, kelime dağarcıkları azaldı, kendilerini ortalama 300 kelime ile ifade eder oldular.

Halbuki dilimizde 100 binden fazla kelime var ve bize ana sütümüz kadar hak ve helâl. Kitap okumak; dili geliştirmenin en belirgin yolu…

Önerim şudur; anadilinizi sevin, geliştirin. Kitap okuyun ve bol bol türkü dinleyin… Evreniniz genişleyecek, daha anlaşılır olacaksınız.

         ANADİLİNİ KAÇ KELİMEYLE KONUŞUYORSUN?

DEVAMINI OKU

Bırak çocuğun konuşsun

18 YAŞIMA DEK BENİ ANNEM SESLENDİRDİ
‘Sus küçüğün söz büyüğün.’
İyi de küçüğü susturup onun adına siz konuşursanız, o nasıl büyüyecek?
Hem ona; ‘annesi’ diye hitap etmek niye?
Bir adı yok mu? Adını siz koymadınız mı?

Eğer konuşabiliyorsa, neden onun yerine sen konuşuyorsun?

Ağzı var dili yok çocuk yetiştirmek başarı mı? Örnek mi?

-Nasılsın yavrum? –İyi amcası, okuyor.

-Aç mısın? –Yedi geldi. –Çay içer misin? –Yok, sevmez.

Çocuğuna sorulana sürekli kendisi cevap veren ailelere birkaç kelâmım var; Öncelikle çocuğunuza adıyla hitap edin;

Anne; ‘annesi’ diye sesleniyor. Abla; ‘ablası’ diyor. Teyze; ‘teyzesi’ diye seviyor yeğenini… Oysa onun bir adı var ve o çocuğun nesi olduğunuz üzerinden iletişimi kurmak, yanlış…

Unutmayın ki bir kızı hanımefendi yapacak olan; onun bize davranışlarından ziyade bizim ona nasıl davrandığımızdır.

Bir erkeğe beyefendi gibi davranırsan beyefendi olacaktır.

Çocuk, kendini ifade edebilme becerisini bebeklik çağından öğrenmiştir ve ona sorulan sorulara, ana babasının cevap vermesine gerek yoktur. 

Bırakınız çocuğunuza sorulanlara kendisi cevap versin, sizin dublajınıza ihtiyacı yoktur. Onun yerine konuşursanız, büyüdüğünde de sesini keseceklerdir.

       NEDEN ÇOCUĞUNA ALTYAZISI GEÇİYORSUN?

DEVAMINI OKU

Güçperest olmayın

BENİ GÜCÜMDE DENE
Zayıfken adilim zira adalet beni korur.
Ama bana güç ver ve bak; hala adil miyim diye…
Ezilmişlikten sonra güce erişmiş isem etrafımı güçperestler saracak, ben de onları gücümle ezeceğim.

Güçperest; yani güce tapan demek. ‘Ezilmişliğin kötü yanı; insanı nesne konumuna indirgemesidir’ der Hasan Onat.

Nesne konumuna indirgendiğiniz andan itibaren sizin ciddi bir insanlaşma sürecine ihtiyaç vardır. Eğer insanlaşmayı yaşamadan güçle tanışırsanız, sadece güçperest olursunuz.

Sizi insan yapan hasletlerinizi kaybedersiniz. Bu durumda gücü olanlar hoyrat davranır, o gücün ezdikleri veya o güce yanaşanlar da güçperest olur çıkar.

Etrafınıza bakın, güç sahiplerinin her yanı, o güce tapanlarla çevrilmişi durumda… Güç sahipleri, ezilmişlikleri ardından ele geçirdikleri gücü hoyratça kullanma eğilimindeler. Zira o gücün getirdiği ağır sorumlulukları öğrenememişlerdir henüz.

Güç; para, mevki, siyasi ikbal veya nüfuz olabilir. Sorun, güç sahiplerinin kötü davranışı kadar o güce tapan güçperestlerin ahlaki erozyon yaşamalarıdır.

Ahlak öğütücü güçten uzak durun. Taptığınız güç, daha fazla biat talep edecek, siz güçperest oldukça ahlaki çürüme artacak, toplum; değerlerinden uzaklaşacak.

        GÜCE TAPAN MISIN, GÜCÜNLE EZEN MİSİN?

DEVAMINI OKU