Kopyala yapıştır kültürü

HAZIRA KONUCULUK FİKRİ TEMBELLİK MODASI

Bize ait olanı keşfetmek yerine

başarılı olanı taklit eğilimindeyiz

Oysa nimeti (orijinal) alıp külfeti (geliştirme) öteleyenin başarısı daim olmayacaktır.

Bozkırın Tezenesi rahmetli Neşet Ertaş; ‘biz çekmediğimiz acının türküsünü yakmadık’ der. Anlatmak istediği, çilesi çekilmeden, içselleştirilmeden kopyala yapıştır olmayacağı.

Başkasının kendi kültürel ve fiziki şartları için geliştirdiği modeller, bize ne kadar uyar? Şüphesiz ilham alma noktasında faydalıdır da bire bir kopyalamak, doğru değildir. Zira kopya, aslına hizmet eder, bize değil…

Tabiat boşluktan, hayat kopyadan nefret eder. Birbirinin tıpatıp aynısı 2 kar tanesi dahi yoktur. Ancak her damla bir diğerinin ilhamı, her insan bir başkasına rol modeldir.

Kopyacılıktan söz ediyoruz. Üretimden yazılıma, yasalardan iş modellerine dek; başkasının başarısını tıpatıp kopyalama saplantısından… Saplantı diyorum zira kopya; üzerine değer koymadan var olanı çoğaltma kurnazlığıdır. Endüstri 4.0 mı moda? Kopyala- yapıştır. Uysun, uymasın.

Çevrecilik şimdilerde moda mı? kopyala yapıştır, senindir.

Aslında değildir, kopyaladığın asla senin olmamıştır. Kendi özgün çözümün şarttır.  KOPYACILARDAN MISINIZ?

DEVAMINI OKU

Gülümse Korona çekiyor :)

MASKESİZ ARKADAŞ POZ VER;

TURKUAZ TABLODASIN ARTIK

Sosyal mesafeyi takmayan,

Kongrede hoplayıp zıplayan,

Uludağ’da kaynayıp coşan…

Bak; korona seni çekiyor.

Artık işin rengi değişti, geçmiş olsun.

Hey sen! Maskesiz dolaşmayı marifet sayan, ekrandasın.

Hey sen! Kongrede kaynayıp coşan, gülümse, ekrandasın.

Hey sen! Sosyal mesafe tanımayan genç, bak seni çekiyor.

Hey sen! Uludağ’da hoplayıp zıplayan, objektife poz ver.

Marifet mi  bilmem ama Turkuaz tabloda yerini aldın bile.

İnsanın bire bir yakınının başına gelmedikçe hiç birimimiz Covid virüsünün neleri yapmaya muktedir olduğunu dahi bilemiyoruz.

Hele ki kendi başımıza gelmeyince tam olarak anlamak çok zor. Sağlıkçıların maskeden şişmiş yüzlerini artık göstermiyoruz.

Entübe hastaların çektiği ıstırabı, ciğerleri iflas etmişin iniltilerini duymuyoruz.

Akşam ekranda sağlık uyarılarını sanki bize ait bir öykü değilmiş gibi dinliyor, koronaya giderek daha da yabancılaşıyoruz.

Oysa Korona bir gerçek, pençesine düşmeden yıkıcılığını tahribatını anlayamıyoruz.

Ancak korona gelip bizi bulunca ambulansların iç dizaynını, hastane odalarının gerçeğini, sağlıkçıların hakkı ödenmez fedakarlıklarını öğreniyoruz.

BANA BULAŞMAZ’ DEMİŞTİN, BULAŞTI MI YOKSA?

DEVAMINI OKU

Korona terbiye ediyor

SALGIN EN PAHALI EĞİTİM

#Korona her birimize özel eğitim

programı uyguluyor gibi.

Aşırılıklarımızı törpülüyor.

Hatalarımızı gösteriyor.

Ders üstüne ders veriyor.

Ancak bize en pahalı faturayı ödeterek…

Korona salgını yaşam tarzımızı derinden etkilemeye başladı.

Artık evde kalmak yadırganmıyor. Maskeli dolaşmaya alıştık ve daha az şeye ihtiyaç duyduğumuzun farkına vardık.

Bize haddimizi bildiren korona, eğitim maliyetini aldığı canlarla ödetiyor. Fiziksel mesafeye ihtiyacımız vardı, öğrendik.

Ellerimizi yıkamamız zaten gerekliydi, öğrendik. Çok fazla şeyi aynı anda istemenin gereksizliğinin farkına vardık. Ev bize yuva imiş; anladık.

Ailemize zaman ayırmak gerektiğini kavradık. Aşırıya kaçmanın maliyetini hatırladık. Tasarruf bilincinin hayati önemini hissettik.

Futbolcuya azamı ücret öderken sağlıkçıya asgari ücret lâyık görme hatasını bildik.

Daha fazla hastane, daha fazla silahtan daha hayatiymiş. Sürekli bizden vergi tahsil eden, bize ceza kesen kamunun; halka destek olması gereğini dünya örneklerinden gördük.

Fakirin yanında malından söz etmemeyi, hastanın yanında sağlığına övünmemeyi, dertlinin yanında ne kadar çok mutlu olduğunu haykırmamanın edep olduğunu gördük. İsrafın haram olduğunu anladık.

SEN NE DERSLER ÇIKARDIN?

DEVAMINI OKU

Rekabet kültürü

RAKİBİNE PUSU KURMA; MERT OL!

Yapıcı rekabet, mert işidir ve bizi geliştirir.

Yıkıcı rekabet, pusu işidir ve bizi de mahveder.

Rakibinle anlaşıp kartelleşmek ise toplumu zedeler.

Rekabeti, küresel ve centilmenlik boyutunda tanımlarsanız, ülkenizi, kurumunuzu ya da şirketinizi birinci lig ikliminde var edersiniz. Ancak rekabeti yıkıcı ve pusu üzerine kurarsanız, ülkeniz orta gelir tuzağına, kurumunuz ve şirketiniz de itibarsızlaşma sürecine girmiş demektir.

Pusu, akıldan ziyade kurnazlığı çağrıştırır. Mertlikten uzaktır. İstismar içerir. Karaborsacılıktan fırsatçılığa, koltuk istismarından rüşvet, irtikâp gibi bütün sosyal kirleticilere yataklık eder pusu…

Birinci sınıf Gelişmiş ekonomilerde rekabet algısının, kabile toplum düzeyinde olmaması gerekir. Bizde rekabet denince “ezeli rekabet” anlaşılır ve “en büyük filanca, başka büyük yok” klişesidir.

Rekabeti kim sevmez? Düelloya gücü ve yüreği yetmeyen sevmez. Bir de etik dışı kalmayı marifet sayan “imtiyaz obur” yapılar sevmez.

Rekabet; rakibi pusu kurup yok etmek veya rakiple anlaşıp halkı dolandırmak ikilemine saplanıp kalmış ise rekabet algımızı temelden sorgulamak

     gerekir. SİZCE GÜNÜMÜZDE MERTLİK ÖLDÜ MÜ?

DEVAMINI OKU

İcat yetmez onu pazarlaman şart

SATILMIYORSA NEDEN ÜRETTİN?

Pazarlama boyutu ihmal edilmiş ürün

teknik olarak üretilmemiş hükmündedir.

‘ben icat ederim insanlar satın alır’ fikrine kapılıp

iflas eden binlerce iş fikri biliyorum.

Ülke; start-up cenneti. Ortalık START dolu ama UP yok.

Sebeplerinden biri, girişimcilerin pazarlama becerilerine yeterli önemi vermemesi… Burada sorun, icat çıkaran veya iş fikri olanların, kendi ürünlerine adeta aşık olmaları ve  ‘bu ürünü nasılsa herkes alır’ yanılgısına düşmeleri.

Tesla buna en parlak örnektir. Onun pek çok projesini pazarlayan Edison, sadece ampul, gramofon gibi icatların değil, pazarlamaya dair kural koyan ve kullanan girişimci oldu. Never give the best first… (asla ilki en iyisi olmasın) diyerek icatlarını pazarlamada ürün versiyonunu icat etti.

Bizdeki parlak iş fikirlerinin ihmal ettiği de pazarlamayı ihmal etmeleridir. İcat, patent, lisans gerek şart olsa da yeter şart, pazarlama becerisi ve üretim için finansmana erişim yeteneğidir. Bunları sağlayan icatlar hayat buluyor.

          İŞ FİKRİNİ PAZARLAMAYI BİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Belediyeler tarımsal üretime başlayabilir

İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN

Şeyh Edebali böyle sesleniyor bize.

#korona yüzünden tarımsal üretim hayati önem kazandı.

Başkan, hemşehrisini yaşatmalı ki beldesi devleti yaşasın.

Şimdi üretimde yarış zamanı…

Korona çoğu ezberimizi bozdu. Salgın sürecinde tarımın önemini bir kez daha anladık. Zira bitleri baytları, petrolü veya doları yiyemiyoruz ve bize gıda gerekiyor.

Peki, bunu kim üretecek? Tarım bakanlığının sorumluluğundaki sektör dışa bağımlılıktan bizi kurtaramadı. Nüfusun %80’inin artık şehirlerde yaşadığı günümüzde belediyeler, hemşehrisini beslemek için tarımsal üretime pekala el atabilir.

Nitekim Ankara Büyükşehir Belediyesi, belediyeye ait tarım arazilerinde üretim yapılması için harekete geçti. Gölbaşı ilçesindeki 2 bin 350 dönüm alanda ekim yapıldı bile. Z

aten Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu; önceleri Ovacık’ta şimdi de şehrinde tarımsal üretime başlamıştı.

Salgın bitse dahi, belediyelerin ellerindeki arazi, mera ve benzeri varlıklarıyla tarımsal üretim projeleri üretmeliler.

         BELEDİYE, HEMŞEHRİSİNİ DOYURAMAZ MI?

DEVAMINI OKU

Güzel şeyler de oluyor

AKLIMIZI KARARTMAYALIM

Her büyük kriz, beraberinde büyük değişimleri getirir.

Zihin neye hazırsa, başa o geliyor.

Sağlıktan ekonomiye hayatta yenilikçi adımlar atacağız.

Yeter ki #korona ufkumuzu karartmasın.

Her ne kadar da sıkıntılı günler geçirsek de iyi haberler var.  Salgında; kendi projelerinden vazgeçmemelerinin sonuçlarını görüyorum. Zaman zaman dumur olsak da vazgeçmemenin önemini anlıyorum.

Bazen enerjimiz tükeniyor. Üst üste gelen olumsuz haberler, artık ‘hiçbir şey olmaz’ açmazına götürüyor insanı. En dip noktalara geliyoruz. Ama sonra bir güneş doğuyor ve o güneşin altında ışıkla yıkanıyorsunuz.

İşte bu nedenle algımızı; var olan sıkıntılara değil, attığımız küçük ama başarılı adımlara açmalıyız. Bizler minik de olsa kendi adımlarımızla yürürken hayat olmadık mucizelerini saçacaktır.

Hayatlarına çiçekler ekenlerin; o çiçeklerin kokularıyla sabahlarını aydınlattığını izliyorum. Ülkemiz sıkıntılı bir süreçten geçebilir. Bir süre bizler de evlerden çıkamayabiliriz. Ben akıbetin aydınlık olacağını düşünüyorum.

Her büyük sıkıntı, aşılacak büyük problemlerin yıkılarak çözülmesini de sağlar. Türkiye’nin Koronavirüs krizinden en az etkilenerek çıkacak ülkelerden olacağını düşünüyorum.

          SENİN HAYATINDAKİ GÜZEL ŞEYLER NELER?

DEVAMINI OKU

Nepotizm kurum batırır

KAYIRMACILIK BELASI

Kayırmacılık yüzünden aile şirketlerinin 3’üncü kuşağa geçme şansı %20, ömürleri; en fazla 25 yıl sürüyor.

Hamili kart yakinimdir diyerek işe alıyorsan batarsın.

Nepotizm; yakınını, kan bağın olanı kayırmanın adı. Yönetim bilimi bu olguyu, kurumun ömrünü kısaltan bela kabul eder.

Kayırmacılık yüzünden şirket, ihtiyaç duyduğu nitelikleri bünyesinde tutamaz. Şirket nepotizm tutumu yüzünden ailenin oyun bahçesi haline gelir.

Kabiliyetler dışarıda kalırken , dost, akraba işletme kadrolarını doldurur.

Sürdürülebilirlik kaygısında olan şirketlerimizde patron, kendi ailesini dahi yönetim kademesine tepeden koymaz.

Liyakat, aile bireyi olmanın çok daha üstünde kabul edilir.

En iyi tahsili dahi yapsa, kurum değerleri ve süreçleri sahada öğrenmeden yönetim kademelerinde ilerleyemez.

Olsa olsa, eşitler arasında birinci yapılır. Mirasta hakkı olması, yönetimde pozisyon avantajı olacağını sağlayamaz.

Hamili kart yakınımdır diye kartvizitle kuruma dayatılan niteliksizlerin, bir süre sonra o kurumu zarar soktuğunu biliyoruz.

Gerek devlet yönetimi gerek şirket kademeleri kayırmacılık belası yüzünden zaafa düşer ve o kurumun batması mukadderdir. YAKININI KAYIRIYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Afet fırsatçıları

ÖLÜMLERDEN BESLENMEYİN
Tıpkı Akbabalar gibi afet fırsatçıları var.
Kirayı arttıran, kendini görünür kılan.
Kendi krizini fırsata çevirebilirsin.
Ancak başkasının krizini fırsata dönüştürmek; alçaklık.

Soma’da 301 canımız gider, anında ortaya çıkarlar. Ankara’da 102 gencimiz katledilir, yine ortalığa dökülürler. Paris’te insanlık faciası yaşanır, yine üşüşürler posta kutumuza… Elazığ’da deprem olur, krizi fırsata çevirip kirayı arttırır, ya da şahsi reklamını yapar. Tek istekleri vardır; faciadan yararlanıp görünürlüklerini arttırmak.

Trajediler üzerinden reklam fırsatı doğurmak; akbaba davranışıdır. Japonya’da deprem olur, yardım ekipleri kurulur, sessiz sedasız para toplanır. Yardım yapanlar kendilerini saklar, sessiz sedasız ihtiyaç sahibine ulaşılır.

Van depreminde de vardı bu akbabalar, depremzedeler üzerinden depremZADE olma gayretiyle boy gösterdiler.

Türkiye’de afet hukuku da zayıf. ABD’de afet sonrası fiyat artışı yasaktır. Afet öncesi fiyat neyse onu belli bir süre değiştiremezsin. Elazığ’da ise evi kullanışsız hale gelenler kiraların katlandığından şikayetçi. Tıpkı afet sonrası İstanbul’da taksicilerin tarifeyi 3’e katlaması gibi.

   AFET HUKUKUNU GÜÇLENDİRMEK GEREKMEZ Mİ?

DEVAMINI OKU

Yalan mağduru musun?

BİLGİYİ KİRLETMEYİN

Yalancının mumu yatsıya dek yanarmış.

Sen yatsıyı bekleme, onu teşhis et.

Eğer biri konuşurken sıkça yemin ediyorsa

bil ki sözleri yalandır.

Ancak yalan bilgi, yemine ihtiyaç duyar.

Bir yetkili düşün… Söylediği; doğru çıkmıyor, ‘medya yüzünden böyle oldu’ diyor. Bir görevli düşün; görevini kötüye kullanıyor, ‘yanlış anlaşıldım’ diyor.

Bir insan düşün; beyanı yalan çıkıyor. Artı ona güvenir misin? Yalan beyan çağımızın illeti. Bilginin kirletilmesi. Bilgi bir kez kirlenince güveni de ortadan kaldırıyor. Güvensizlik, itibarı zedeliyor.

Bireyler arasındaki çatışmayı körüklüyor. Peki, bunlar yalan söyleme cesaretini nereden buluyorlar?  Yalanı, aptallığı, beceriksizliği ve kötü niyeti ortaya çıkınca insan utanmaz mı?

Yalan; alışkanlık haline gelebilir. Böyle olunca bizler, yalancının teflon kaplı yüzün boyasını dökmedikçe, sapla samanı birbirine karıştırır, sonra da ‘hayret, niçin bu noktaya geldik?’ diye tepki gösteririz. 

Rakamlarla oynayan, gerçekleri saptıran kadroların işin güçleştirmek gerekiyor. Aman bana bulaşmasınlar mantığı, bu insanlara cesaret veriyor.

Sonuçta şeffaf maskelerle dolu arenada verdiğimiz maskeli balo, bizi yalan denizinde boğabilir.

       YALANA İNSAN NEDEN İHTİYAÇ DUYAR?

DEVAMINI OKU