Kayıkçı kavgası

KAVGALARI İZLERKEN DAYAK YİYORUZ
Ekranlar, göstermelik kavga edenlerle dolu.
Kayıkçıların sahte kavgalarını seyrederken kafamıza küreği yiyen bizler oluyoruz.
Bu süreçte ufkumuz kararıyor, zamanımız çalınıyor.

Kayıkçı kavgası, göstermelik tartışmalar için kullanılan deyiş… Çift taraflı takiyye diyebiliriz. Öyküsü şöyle; Galata Köprüsü henüz yokken, Karaköy-Eminönü arası ulaşımı sağlayan kayıkçılar sıkça kavgaya tutuşurmuş.

Sebepsiz çıkan kavgada sesler yükselir, kürekler havaya kalkar, sağa sola savrulurmuş. Etrafta toplanan halktan bazıları küreği kafasına yer ve ilginçtir kavganın taraflarının başına hiç biri gelmezmiş.

Bu düzmece kavgayı izleyenler, yankesicilerin potansiyel hedef kitlesi olurmuş. Daha sonraları Galata Köprüsü yapılınca kayıkçılar kaybolmuş ama düzmece kavgaları karaya taşınmış, kavgayı seyredenleri soymak adet olmuş. Tıpkı ekranlardaki gibi…

Bugün Türkiye, hiçbir yere varmayan kısır çekişmelerle yapılan kavgaları izler hale geldi. Çoğumuz, bize izlettirilen kavgalarda saf tutuyor, ekranlardaki kayıkçı kavgalarını seyrederken, zihnimizi kirletiyor, zamanımızı harcıyoruz.

Oysa kavgacı kayıkçılar kendi görünürlükleri derdinde…

         KAVGAYI İZLERKEN KAYBEDİYOR OLMAYASIN?

DEVAMINI OKU

Raf terörüne çare!

YA RAF DIŞISIN YA DA SAF DIŞI
Kârın %70’i markete gidiyorsa üretici nasıl yaşayacak?
Raf parasını tarla parasına dek yükseltmeyin.
Tarladan mutfağa değer zincirini koparmayın.
Raflar enflasyonu beslemesin.

Bir soru; raf, bir gıda maddesi midir? Yada giyilebilir mi? Tavuk; süpermarket rafında mı yetişir? Ne saçma soru böyle? Haklısınız; en az fahiş raf parası kadar saçma…

yük mağazaların bazıları, üretici ve tedarikçinin iliğini kurutma düzeyine dek, raf ücretlerini abartmış durumda.

Tarladan mutfak tezgahına uzanan süreçte eskiden hal, kabzımal benzeri aracılardan yakınır, enflasyona ivme veren adımların buralardan geldiğine tanık olurduk. Bugün üretici ile tüketici arasındaki köprü olan büyük marketlerin değer zincirinden aldıkları pay, fiyatlar genel seviyesi, enflasyon üzerinde “belirgin”  baskı kuracak düzeye erişti.

Aracılar, gereklidir. Her birimiz Antalya’daki seraya gidip domatesi elimizle koparıp eve taşıyacak değiliz. Ya da eti, sütü; merada koyun otlatan mandıracıdan alacak halimiz yok. Modern hayatın agoraları olan AVM’ler, süpermarket, bu eksiği tamamlar. Fakat bunu yaparken tedarikçinin, kanını emme, tüketiciyi “yok etme” hakları yoktur.

  ÜRETİCİ YAŞAMAZSA MARKET VAR OLABİLİR Mİ?

DEVAMINI OKU

Otel resepsiyonu mu Mülteci masası mı?

OTELİNİZDE KALMAYA GELDİM, SİZİ SOYMAYA DEĞİL
Çoğu otel resepsiyonu, mülteci kabul masası gibi size öylesine şüpheli muamelesi çeker ki, şaşarsınız.
Başlarına ne gelmiş olmalı ki müşteriye böyle davranıyorlar?

Mesleğim gereği seyahatim çoktur, hayatımın önemli kısmı otellerde geçiyor. Bu yüzden ülkemde ve dünyadaki otelleri birbiriyle kıyaslama, hizmet kalitesini ölçme imkanım var.

Gördüğüm şudur ki otelin müşteri üzerinde bıraktığı en temel kanaat, resepsiyon görevlisinin misafirine nasıl davrandığıdır. İyileri özenle ayrı tutarak diyebilirim ki çoğu resepsiyon görevlisi size; ‘olağan şüpheli’ imişsiniz gibi davranır. Oteli soymaya gelmiş muamelesi içindeler.

Daha da vahimi, oraya paranızla kalmaya değil de sığınma kampına başvuran mülteci gibi sorgulanıp, tepeden tırnağa incelenirsiniz. Oysa sözüm ona otelde kalmaya gelmişsiniz.

Hafızam, kara listeye alınmış otel isimleriyle dolu. Pek çok resepsiyon öyküm var. Onlarca otelden sırf misafir kabul kabalıkları yüzünden ayrılıp başka otel aramışımdır.

Sorun; otel sahibinin, resepsiyondakinin onu temsil ettiğini kavrayamamasıdır.

MİSAFİR MİYİM MÜLTECİ Mİ?

DEVAMINI OKU

Ortağını dolandırma

ÖTEKİNE GÜVENEBİLMEK
Allah buyuruyor ki: biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum.
Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.”

Dünya Değerler Araştırması Türkiye sonuçları diyor ki; Başkalarına güvenmiyoruz! Hatta öyle ki bırakın komşumuzu, kardeşimize karşı “güven” sorunumuz var.

Beylik söylemi biraz değiştirirsek; bizim, bizden başka dostu yok! Bu algı düzeyi, küresel oyuncu iddiasıyla çelişiyor. Çünkü küresel arenada “ölçek sorunu” belirleyici oluyor ve ortaklık kültürüne sahip olamayanlar, kendilerini “küçük” ve “mutlu” dünyalarına hapsediyorlar.

Temel sorun; küçük ölçekli yatırım zihin yapısındaki direnç… “Ortakla kim uğraşacak” kaygısı, birlikte iş yapma kültürünün gelişmesine “set” vuruyor. Oysa zenginliğin yolu, “ölçekten” geçiyor. Bu da ötekine güvenin fonksiyonu…

Sanayiden hizmet sektörüne dek farklı alanlarda ülkemiz, uygun ölçeğe varabilmek için, ailesi, arkadaşı, yerli, yabancı ortağı, hatta rakibi ile işbirliği yapmak zorunda…

Halbuki ortağımıza güvenmiyor, ilk fırsatta onu dolandırıyoruz. Ortağına güvenenin başarılarını da gururla okuyabiliyoruz.

         ORTAKLIĞIN; HASILATI PAYLAŞANA DEK Mİ?

DEVAMINI OKU

Kaybeden kurnazlık

KRAL MI EŞEK Mİ?
Müşterinin “velinimet” olduğu çağlar çoktan tarih oldu.
Şimdi “müşteri kraldır” sloganı moda.
Ama buradaki “kral” kelimesine takılmayın zira kurnazlığı maharet zanneden için “eşek muamelesi” görüyoruz.

Bildik öyküdür; Nasreddin Hocamızın kıt kanaat geçindiği yılın kara kışında bakmış ki arpa saman yazı getirmeyecek. Eşeğin arpasını her gün biraz biraz kısmaya başlamış.

Kısa kısa hayvancağızın yemi günlük bir avuç arpa olmuş. Bir gün ahıra girdiğinde eşeğin öldüğünü gören Hoca; “yazık oldu” demiş, “tam açlığa alışacakken ömrü bitti.”

Evime yakın diye neredeyse mutfağım olarak kullandığım bir zincir restoran vardı. Sevdiğim ana yemeğin fiyatını neredeyse her ay arttırdı, durdu. Bir gün de tabağın içindeki patatesi çıkardı, “ilave ücret” ile satmaya başladı.

Sordum; “neden?” diye… “Bu bizim şirket politikamız” cevabını aldım. Tepkimi; “benim de müşteri politikam bana tuzak kuran restoranlarda yemek yemeyi reddetmektir” diyerek bir daha gitmedim.

Önceki ay o adreste başka bir restoranın açıldığını gördüm. Kapanmış ve küstürdüğü müşterileri, teker teker ayağını kesmiş… Her gün arpası kısılan eşeğin “açlığa alışması” bu kadar oluyor işte. 

KURNAZLIK SÜRGİT KAZANDIRIR MI?

DEVAMINI OKU

Yerelin gücüne inan

DİBİNE IŞIK VERMEYEN MUM
KARŞI SAHİLİ NASIL AYDINLATSIN?
Kendi bölgesinde değer üreten ama bunu yan sokağına dahi tanıtamayan işletmeler, yerel şirket olmaktan çıkıp küresel markaya taşınamaz.

Küreselleşme; yedi düvelde tanınmayı sağlarken kendi sokağımızda yabancılaşmayı da getirdi beraberinde. İnternet sayesinde hepimiz; hayatımızın çok uzaklarına açıldık; el sallamıyor, resmen boğuluyoruz. Yereli dışlayan her sistem, sürdürülebilir olamıyor ve internet bitler, baytları nakletse de hayat hala atomlar üzerinden yürüyor. Dokunamadığını beğenemiyor, görmediğini benimseyemiyorsun. Hal böyle olunca da kendi semtinde tanınmayan fakat sosyal medya sayesinde iki okyanus ötede bilinebiliyorsun… Bugün ticaretin %80’i, komşuyla yapılıyor. Büyük firmalar da yerel firmalara üretim yaptırma yoluna gidiyor. Çünkü sorun şu; yerel olmayınca büyükler nasıl var olabilir ki? Yerel üreticiler markalaşmak için küresel adımlardan önce kendi yöresinde tanınmalı.

Aksi halde markalaşma adımlarına harcayacağı kaynaklar yeterince verimli kullanılmamış olacaktır. Benim önerim; küresel düşün, yöresel davran ve töresel yaşa olacaktır.

       KENDİNİ ÖNCELİKLE KOMŞUNA TANITTIN MI?

DEVAMINI OKU

Kahvaltını serpme!

AÇIK BÜFE AÇGÖZLÜLERİ
Tabağına yiyeceğin kadarını koyman gerekir.
Yemeklerde açık büfe yerine alakart sistemine geçelim.
Tabağında gıda bırakana bedelini ödetelim.
İsrafı büyütmek; dünyayı tüketmektir.

Genelde hafta sonu; eş dost aileyle kahvaltı yapmak, insana mutluluk verir. Masa donatılır, mideden ziyade göz doysun diye neredeyse kuş sütüne dek onlarca tabak masaya gelir.

Buna SERPME KAHVALTI diyoruz. Sırf gözümüz doysun diye serpme kahvaltı yüzünden çöpe giden gıda miktarını merak ediyor muyuz? Birilerim oturmuş hesap etmiş; Türkiye İsrafı Önleme Vakfı ve İstanbul Borsası, yılda yaklaşık 100 milyar liranın serpme kahvaltı yüzünden çöpü boyladığını bulmuş.

Masaya serpilen her 10 tabaktan 4’ü çöpe giderken en büyük israf; zeytin, peynir, domates, tereyağı, reçel, yumurta, ekmek üzerinden gerçekleşiyor.

Özellikle hafta sonu gidilen kahvaltı mekanlarında, cazip kampanyalarla hazırlanan serpme kahvaltı menülerine dikkat edin; kahvaltı serpme olunca israf doruğa çıkıyor ve bunun 2 türlü zararı var; birincisi gıda israfı ki her gün yüzbinlerce çocuk, yatağa aç girerken bu israf niye? İkincisi de sizin ödediğiniz kahvaltı faturası? Yemediğiniz gıdaya para ödüyorsun.

İSRAFINI NASIL ÖNLERSİN?

DEVAMINI OKU

Cin şişeden çıktı

SAYILMAYIZ PARMAK İLE
TÜKENMEYİZ KIRMAK İLE
Araştırma geliştirmede zincirleme tepkime başladı.
Tıpkı savunma sanayimizde olduğu gibi…
Yenileşim üzerinden yükselmek artık engellenemeyecek.

Bizler neden yeterince yenileşim (inovasyon) yapamıyoruz?

Son 10 yıldır cevabını aradığım soru bu ve cevabı, kültürel dirençler üzerinden bulduğumu sanıyorum.  ARGE’ye milli gelirin %1’ine yakıp kaynak ayırdığımız, yasa çıkardığımız halde, ARaştırıyor fakat GEliştiremiyorsak; sorun nedir?

Farklı olandan KORKU, bize benzemeyenden NEFRET, rakiple düello yerine PUSU, akıl yerine KURNAZLIK, sabır yerine TELÂŞ, merak yerine BİAT, bilgi yerine KANAAT, ödül yerine CEZA ve özgün yerine TAKLİT… Sorun işte bu.

Bu yüzdendir ki eski köye yeni adet getireni “töre” yapıyor, icat çıkaranı yok ediyoruz. Ancak bu kültürel direncimiz şükür ki kırılıyor. Zira inovasyon neferlerimizi yavaşlattık ama kıra kıra bitiremeyecek kadar çoğalmayı da başardık.

Kimyada bir kural vardır; zincirleme tepkinin başlayabilmesi için, aktif madde miktarının kritik kütleye erişmesi gerekir. Şükür ki gördüğüm şudur; cin şişeden çıktı ve Türkiye’nin yenilikçi kadroları durdurulamayacak.

       YENİYİ VE LİYAKATI KİM DURDURABİLDİ Kİ?

DEVAMINI OKU

Şeffaflığın gücü

HESAP VEREBİLİR OLMAK ŞART
Şeffaflık; mülkiyetin devri, sırların ortalığa saçılması değildir.
Şeffaflık; hesap verebilir olmanın gereğidir.
Şeffaflık; güven duyulan şirketi var eder.
Paydaşlarına hesap verebilmelisin.

Halka açık şirketlerin yönetim kurullarında en az 2 bağımsız üye bulundurma prensibi var. Şartları uygun yaklaşık 500 şirket için, 500’ü kadın, toplam 1000 yabancı üye, şirketin tepe yönetim katında olması demek.

Buna itiraz edenlerin gerekçelerini hatırlıyorum; “sırlarım ortalığa dökülecek” diyeninden; “şirketim yabancıların eline geçecek” paranoyasına dek kaygılar manzumesi…

Bu itirazları dinledikçe akla takılan soru şu oluyordu; Şeffaflıktan kime ne zarar gelir? Sır dediğin bilgiye, küçük ortaklar adına vakıf olacak bağımsız üyelerden neden korkuluyor? Bu durum aslında Yeni Ticaret Kanunu’ndaki, “ortaklar cari hesabına itiraz” argümanıyla aynı yerde buluşuyor; “hesap vermekten hoşlanmıyorum.”

İster büyük ortağın ister hissedarın, küçük ortağın olsun; hesap vermeye yanaşmamak, artık kabul edilemezdir.

Halka açık olmasan da şeffaf ve hesap verebilir olmalısın.

      PAYDAŞLARINDAN SAKLADIĞIN SIRRIN NEDİR?

DEVAMINI OKU

Açlar toklar savaşı

EN BÜYÜK KİTLE İMHA SİLAHI: FAKİRLİK
Eğer fakirliği ortadan kaldıracak adımlar atmaz isek, gettoların ardında, ileri teknoloji ve silahlarla korunmak para etmeyecek, aç olanlar gelip tokların elinden alacaktır.

Dünya hiç bu kadar zengin ve böylesine fakir olmamıştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliği, 60 milyondan fazla insanın gezegende kendine karnını doyuracak vatan arayışında olduğunu rapor ediyor. Dünya servetinin yarısı %1’in eline geçmiş durumda…  Gezegenin fakir nüfusunun yarısının geliri, dünyanın 85 en zengininin elinde toplanmış.

Son 5 yılda her ne olduysa, eşitsizlik adeta patladı ve fakirler %90 daha da fakirleşti. Oysa internetin çeyrek asır önce bize vaat ettiği, bilginin eşitsizliği gidereceğiydi. Ancak tecelli; açlar-toklar arası dünya çatışmaları oldu.

Düne kadar fakirliğin coğrafyası vardı. Misal Londra’da zengin, Somali’de fakir olabiliyordunuz. Ancak şimdi ihtişam ve sefalet; bir kıvılcım mesafesinde duruyor bir diğerine…

60 milyon kıtlık, açlık, fakirlik ve bunların tetiklediği terör yüzünden bir kez göç etmeye başlamışsa, komşusu aç iken tok uyumak mümkün olmayacaktır. Tarih; kavimler göçünün nelere yol açabileceğinin müzesi gibi… İnanmayan okusun…

     KOMŞUN AÇKEN HUZURLA UYUYABİLİR MİSİN?

DEVAMINI OKU