Salgın günlerinde iş

DAHA AZ ÇALIŞ, İYİ DİNLEN
ÇOK ÖĞREN; VERİM ARTSIN
Verimsiz sistemler, fazla mesai mi üretiyor?
Salgında evdeydim, verimim azaldı mı?
Daha az çalışarak daha çok iş üretmek mümkün müdür?

Covid-19 bizi evden çalışmayla tanıştırdı. Verim arttı mı? Çok çalışmak yerine daha az ama verimli çalışabilir miyiz?

Japonya’da 4 gün iş 3 gün izin denendi verim %40 arttı.

Microsoft Japonya çalışanlarına bir süre için haftada 3  gün izin vermiş, sadece 4 gün çalışmalarını istemiş.

Sonuç çok çarpıcı; Şirkette çalışan 2300 kişi önceki yaz boyunca Cuma-Cumartesi-Pazar izin yapmış ama bu 2300 kişinin ürettikleri iş miktarı 4 gün çalışmalarına rağmen %40 artış göstermiş. İnanılmaz bir üretkenlik artışı. CEO Takuya Hirono; ‘daha az çalış, daha iyi dinlen ve çok şey öğren’ sloganıyla yola çıkıldığını ve başardıklarını söylüyor.

Denemenin başka ilginç sonuçları da var; Çalışanlar bu süre boyunca geçmişe oranla %25 daha az gün için dinlenme ihtiyacı duymuş, şirketin elektrikten tasarrufu %23 olmuş, %59 daha az şey kağıda basılmış… Memnuniyet; %92

Sistemleri yeniden tasarlasak, daha verimli olur muyuz?

     BİZDE DE BU YÖNTEMİ DENESEK NASIL OLUR?

DEVAMINI OKU

Organizasyon dehşet

DEĞER ÜRETMEYENLERDEN KURTULUN
Ortalık, güya mükemmel ama değer üretmeyen, sistemlerle dolu.
Onları neden hayatımızda tutuyoruz?
İnsan, zaman, kaynak israfı değil mi bu?
Orta gelir tuzağı bu demek zaten…

Adamın biri arkadaşıyla yolda giderken elindeki çakısıyla parmağını keser. Biraz ötede bir özel sağlı kurumu vardır.

Adam; ‘ben şurada pansuman yaptırayım’ der.

İçeri girince, karşısına iki kapı çıkar.

Birinde; ‘HASTALAR’, ötekinde ‘YARALILAR’ yazılıdır.

Yaralılar kapısından içeri girer.

Yine iki kapı vardır. Birinde ‘ET’, ötekinden ‘ KEMİK’ yazar.

Et kapısından girer. Yine iki kapı… Birinde ‘ÖNEMLİ’ ötekinde ise ‘ÖNEMSİZ’ yazıları vardır.

Önemsiz yazandan girince bir anda kendini sokakta bulur.

Arkadaşı sorar; ‘Nasıl, sana iyi baktılar mı?’

Adam cevap verir; ‘Hayır ama organizasyon dehşet’’

Türkiye; ‘dehşet organizasyonlar’ cenneti(!) durumundadır.

Değer üretmeyen sistemleri ayıklamadıkça organizasyonel ‘dehşetler’ bizi orta gelir tuzağına mahkûm edecektir.

Sorun; yeterince üretememektir ve ortada üretilen değer yoksa, organizasyonel mükemmelliğin hiçbir anlamı yoktur.

          MÜKEMMELSİNİZ AMA NE İŞE YARARSINIZ?

DEVAMINI OKU

Vatandaşı azarlama!

TÜRKÇE YETMEZ İNSANCA
KİBARCA DA BİLMEK ŞART
Halkla iletişim birimlerinde kimi çalıştırdığına dikkat et!
Oraya koyduğun; seni temsil ediyor.
Hizmet vermesi gerekeni azarlamasın!
Kibar olsun, insanca davransın.

Şu halkla iletişim alanlarında çalışanlar, çalıştırılanlar… Görevleri bilgi vermek, soru cevaplandırmak ve iletişim kurmak iken, neden iletişim özürlüleri arasından seçilirler?

Diksiyonun kötülüğü bir yana, eksik bilgi vermeleri, soru soranı azarlamaları da cabası… Oturdukları o mini koltuk dahi ayarlarını bozmuş, vatandaşa bilgi desteği vermek yerine, koltuktan aldıkları güçle azar makinesi olmuşlar.

Etrafınıza bakın; onlarca örneği siz yaşamışsınızdır. Diyelim ulaşım kartı abonmanlığı gişesindesiniz. Orada bulunma amacınız belli; kartla ilgili sorununuzu çözmek… Belediye; oraya koyduğu memura dikkat etmeli. Zira insanlara, ‘bey, hanım’ eklemeden, ismiyle hitap ediyor, sıkça azarlıyorlar.

İnsanca kibarca dilleri bilinmiyor. Yetmiyor; uyarınca da ‘istediğin yere şikayet et’ diye küstahlaşıyor. İşin tuhafı; sistem onu koruduğu için şikayet edecek yer bulamazsın. Sadece kamu değil; tüm şirketler, iletişim birimlerindeki çalışanları eğitmeli, onlara insanca kibarca dili öğretmeli…

         HİZMET İÇİN ORADASIN; AZARLAMAK NİYE?

DEVAMINI OKU

Ekmek bilginin ağzında

NEYİ BESLERSEN ONU BÜYÜTÜRSÜN
İnterneti ilkelliğinin emrine verirsen daha donanımlı ilkel olursun.
Cehalet boş bilgiyle giderilmez.
İşte senin hayatta kalman için gerekenler;
Günde 3 litre su 3 bin kalori ve 3 GB bilgi.

Bilgi toplumu; yürürken bile öğrenebilen birey yetiştirmek ile mümkün. Bilgiye talip olmayanları eğitmek ise dünyanın en verimsiz işi. Çocukların merakını kamçılamak ve onları ‘hızlı öğrenen, öğrendiğini hayata geçiren’ insan haline getirmek için illa ki Milli Eğitim reformu mu bekleyeceğiz?

Kitap okumayan ile okuma yazma bilmeyen arasında aslında hiçbir fark yoktur. Evlerde kitap okumamızı engelleyen ne bir yasa ne de bir gelenek mevcut değildir. Çocuklarımızda merakı beslersek, yarını inşa ederler. Bunun için yetişkinin  bilgiye talip olması gerekir. Ekmek, aslanın ağzında değil bilginin ağzında… Eğitim, bireysel sorumluluğumuz artık…

Aksi halde kuru ekmeğe talim eden ve açlıkla terbiye olan sıradan bir ulus kalacağız. Cehaletimizden eğitim sistemi ve okullar değil, bizler sorumluyuz. Okumayan, okuduğu şeyi anlamayan; fareli köyün kavalcısı gibi, küresel arenanın marabası olacaktır. Neyi beslersen; ancak onu geliştirirsin.

Beslediğin kadar da gelişebilirsin zaten. Gerisi hikâye…

     BUGÜN İŞE YARAR NE OKUDUN, NE ÖĞRENDİN?

DEVAMINI OKU

Eşeklikten kurtulma duası

SEMERCİYE SÖVME EŞEKLİKTEN KURTUL
Sırtına yük bindirenlere beddua etmek yerine kendi yüküne odaklansan?
Tüketim histerisi yerine üretmeyi seçsen?
Semerci ölür de yenisi gelir.
Sen eşeklikten kurtulmayı denesen?

Kasabanın semercisi ölmüş. Yeni gelen semerci; işin acemisi imiş. Yaptığı kötü semerler yüzünden bütün eşeklerin sırtı yara olmuş. Eşekler başlamış semercinin ölmesi için dua etmeye… Sonunda duaları kabul olmuş. Semerci ölmüş. Ne var ki yerine gelen daha da acemiymiş. Eşekler yeniden duaya başlarken biri demiş ki;

-Yahu arkadaşlar anlaşıldı ki semercinin iyisi gelmeyecek. Semerci ölsün diye dua etmenin anlamı yok.

-Peki, ne yapalım?

Allah’a bizi eşeklikten kurtarması için dua edelim.

Bu fıkradan ders alınacak kamu spotu çıkar mı? Çıkar;

Kazandığından fazlasını harcamak, bence eşeklik…

Ürettiğinden fazlasını tüketmek az eşeklik değil hani…

Nimeti alıp külfeti ötelemek; kurnaz eşekliğin daniskası…

Araştırmadan geliştirmeden taklitte kalmak da öyle…

Liyakat yerine ahmak sadakati tercih etmek te…

Semeri değiştirince Avrupalı olacağını sanmak ta…

    HATALARIMIZI TIMAR ETMEYİ DÜŞÜNSEK Mİ?

DEVAMINI OKU

Şişik ego oyun bozar

EKOSİSTEM Mİ? EGOSİSTEM Mİ?
Biri sıkça ekosistem diyorsa, bunu diyenin egosuna bak.
Üretimi artırmak mı istiyor, egosuna meze mi arıyor?
Bizdeki ekosistem denemelerinin başarısızlığı altında işte bu egolar yatıyor.

Fikri; çilesini çekip üretmeyip, ondan bundan kopyalayan; sloganlara meraklı olur. Her moda kavramı alıverir ve içini boşaltıverir. Tıpkı ekosistem kelimesi gibi…

‘Batılı sözünü çok ediyor, başarıların altında bu kavram var. O halde biz de dilimize sakız edersek, bu iş tamamdır.’ Aslında değil. Ekosistem; bir bölgede bulunan, canlı, cansız varlıkların karşılıklı oluşturdukları sistemin adı….

Etkileşimle gelişen olgular sayesinde birlikte iş yapma, daha çok üretim, katma değer üretme. Eğer sistemin unsurları aynı yönde hareket etmez, bu birliktelikten bazıları bireysel kazanç sağlama kurnazlığını seçerse, en iyi tasarlanmış ekosistem dahi egosistem halini alır.

Nedir bu EGOSİSTEM? Nimeti alıp külfeti öteleme kurnazlığı… Sorunu kendi sorumluluk alanı dışına itme kolaycılığı… Ekosistemin değer üreten parçası olmak yerine kendi egosunu besleme aracı haline getirme ahmaklığıŞişirilmiş egolarla ekosistem kuramazsın.

Biri ekosistemden söz ediyorsa, egosuna meze arıyor olabilir.

  EKOSİSTEME GİRERKEN EGONU TERKEDER MİSİN?

DEVAMINI OKU

Seni yarattım ya…

BAYRAM; YOKSULLARA DA GELİR
Bizler; ‘yardım edilmiş yoksullar’ değil,
‘giderilmiş yoksulluk’ istemeliyiz.
Bizler; biriktirdiklerimizle değil,
Paylaştıklarımızla yoksulluğu yenebiliriz.
Bugün yoksulla bayramı paylaşsak…

Adamın biri karlı bir kış günü, son model arabasıyla giderken camına yaklaşan bir kız çocuğu görür.

Ayakları çıplak kızın soğukla nasıl baş edebildiğini ve hayatta kalabildiğini  merakla, içi sızlar.

Tam da bir şeyler yapacakken, yeşil ışık yanar ve gaza basar. Ama vicdanı kırmızı ışıkta kalmıştır;

‘-Allahım; bu yoksullar neden var ve yoksullara yardım için neden bir şeyler yapmıyorsun? Ve içine o anda bir ses ilham olur; ‘Seni yarattım ya!

Hayırseverlerimizi özenle ayrı tutarak diyorum ki; Yoksullarımızı görmezden geliyor, iş ve aş vermiyor, önemsemiyor, ‘hâlin nicedir?’ diye sormuyoruz.

Halbuki bize; ‘komşusu aç iken uyuyan bizden değildir’ demişlerdi. Zekât kurumumuz vardır. Fitre vardır. Bayram sadece bizlere değil yoksula da gelir.

  BAYRAMDA YOKSUL İÇİN NE YAPACAKSIN?

DEVAMINI OKU

İşbirliği işbölümü şart

1 MT DERİN 20 KUYU MU?
20 MT DERİN 1 KUYU MU?
Bize lazım olan 20 metre derinliğinde 1 kuyu.
Zira su o derinlikte…
Oysa her birimiz; 1’er metre derinliğinde 20 kuyu açmakla meşgulüz.
İYİLER İTTİFAKI şart.

Türkiye’de ölçek ekonomisiyle başımız dertte… Ölçek veya kapsam; üretimi artırarak maliyetleri düşürmeyi hedefler.

Bize gereklidir ama fazla rağbet etmeyiz. Neden? Çünkü; ‘azıcık aşım Kaygusuz başım.’ ‘Az olsun ama benim olsun.’

Bu tutum; gayretimizi, zamanımızı, enerjimizi heba ediyor.

Ülkemizdeki 1,3 milyon şirketimiz işbirliğini pek sevmez. Güç birliği, değişen rekabet şartlarında hayatta kalmanın yoludur ancak bu konudaki gayretimiz, bir diğerine güven duymadığımız için yetersizdir.

Ortaklıklar zaten azdır ve olanlarının ömrü kısadır. Kasaya yakın duran ortak, diğer ortaktan daha çok kazanır nedense…

Bunu önlemek için 2012’de yasa çıkaralım dedik, son anda yine patronlar bunu metinden çıkarmışlardı. Biliyoruz ki yörede nitelikli KOBİ, bölgesel güç ve küresel marka olmak için işbirliği şart.

Oysa Allah buyuruyor ki: ‘biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum. Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.’ Bizde durum bu…

 ACABA ORTAKLIĞIMIZI NİÇİN SÜRDÜREMİYORUZ?

DEVAMINI OKU

Karar verirken dikkat!

HIZLI ve SEZGİSEL Mİ? YAVAŞ ve DİKKATLİ Mİ?
Kararlarını alırken nasıl davranırsın?
Anlık alınan kararın doğru olduğuna emin misin?
Acaba biraz daha düşünsen, aynı kararı mı verirdin?

Karar verirken nasıl davranırsın? İçine o an ne doğarsa mı yoksa düşünüp dikkat ederek mi? Çoğu kez her iki yolla da…

Bizler, sezgisel olarak doğru kararı aldığımıza inanırız. Dürtüsel kararlar iyi olabilse de her zaman öyle değillerdir. Düşünce tarzımızı başlıca 2 türlü tanımlamak mümkündür;

1-Hızlı ve Sezgisel, 2- Yavaş ve dikkatli… Örnek verelim;

1 kahve ile 1 kurabiye; birlikte 1 lira 10 kuruşa satılıyor. Kahve; kurabiyeden 1 lira daha pahalıdır. O halde kurabiye fiyatı nedir? Çoğu insan hemen 10 kuruş olduğunu söyler. Bu, hızlı ve sezgisel karar verme sürecinin neticesidir.

Ancak problem üzerine daha dikkatli düşününce; doğru cevaba ulaşılabilir. Kurabiyenin fiyatı; aslında 5 kuruştur.

Siz yine de hızlı ve sezgisel verdiğini kararlardan fazlaca emin olmayın ve bir kez daha gözden geçirin. Göreceğiniz; bazı şeylerin dikkatinizden kaçabildiği olacaktır. Sezgisel kararlar bize zaman kazandırsa da hata riski barındırırlar. Dikkatli davranmak, yavaşlatacak ama hatayı azaltacaktır.

 SEN KARARLARINI ALIRKEN NASIL DAVRANIRSIN?

DEVAMINI OKU

Kentini çek kendini çek

FOTOĞRAF EKONOMİSİNE KATKI
Dün; bakmak için fotoğraf çektiriyorduk.
Bugün, bakılmak için çekiyor ve paylaşıyoruz.
Ancak KENDİMİZİ çektiğimiz kadar KENTİMİZİ çeksek turizme büyük katkı sağlayabiliriz.

İlk fotoğraf, bundan 200 yıl önce çekilmişti. Eskiden fazla yaygın değildi. Bugün her cep telefonu, fotoğraf makinesi ve günde 1.8 milyar fotoğraf çekiliyor.

Söz konusu turizm olduğunda fotoğraf, inanılmaz önemli hale gelir. İnsanlar gördüğünü benimser, benimsediğine gider. Bugün New York diye aradığında milyarlarca fotoğrafa erişirsin. İstanbul diye aradığında, milyonla yetinmelisin ve çoğunu da bizler değil, turistler çekip paylaşmıştır.

Önerim şudur; mademki hepimizin cebinde en az 1 kamera var; kendimizi çektiğimiz kadar kentimizi de çekip, sosyal medyada paylaşsak? Bu sayede kentimizin etkin tanıtımına hizmet eder, bilinirlik sağlayabiliriz.

Özçekim merakımız had safhada. Adım başı kendimizin fotoğraf ve videosunu çekip duruyoruz. Bizler narsist miyiz ki bizi kucaklayan kentimizi görüntülerimize dahil etmiyoruz?

Böyle davrandığınızda, kentinizin dünyaya tanıtımını sağlamış olacaksınız. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nde ben öyle yaptım, kendim kadar müzeyi çektim.

  FOTOLARINA KENTİNİ DE KATSAN, ÖLÜR MÜSÜN?        

DEVAMINI OKU