Çalışkan memur ile çalışmayan ayrışsın

TESTİYİ KIRANLA SUYU GETİREN BİR TUTULAMAZ
Çalışkan memur da yan gelip yatanından şikayetçi.
Kamu çarkını yavaşlatan memur; devleti itibarsızlaştırır.
Memurların performans sistemi güncellensin.
Daha etkin işletilsin.

Kamuda performans sistemi yeterince iyi çalışıyor mu?

Daha önemli soru; çalışmalı mı? Bence evet… Yıllar boyu getirilen değişikliklerden gördüğüm; her 5 memurdan ancak 1’i bu performans sisteminden memnun. 5 maddelik öneri;

1-performans ölçütleri mutlaka güncellensin. Mesleği için fedakarlık yapan ile yapmayan farkı; kesin ortaya çıksın.

2-Memur artık şu kravat-ceket-takım elbise kalıbından kurtarılsın. Boyun kartı sistemi gelsin. Örneğin Kırşehir gibi kışları soğuk yazları sıcak bir yerde görev yapan; kışın kazak, kadife pantolon giyemez, yazın tişörtle gidemez.

3-Eşit işe eşit maaş ilkesi kamuda mutlaka uygulansın.

4- Çalışma hayatında kadın-erkek eşitliği dikkate alınsın.

5-Liyakat sistemi, gerçek manada, her yerde çalıştırılsın.

Daha nitelikli kamu hizmeti için memuru dönüştürmek şart.

         YAN GELİP YATAN MEMURLARDAN MISINIZ?

DEVAMINI OKU

Maskesiz haydutlar

YÜRÜYEN KORONALARI UYARAN YANDI
Temizlik, Mesafe, Maske; TAMAM da…
Maskesiz dolaşan, uyarınca darp eden haydutları uyaramıyorsun bile…
Acaba Alo 184 benzeri #MaskesizHaydut hattı kursak, uyarınca darp edilmesek?

Haydut dediğin maskeli olur. Bunlar maske takmıyor. Sen zaten Korona sebebiyle tedirgin, Temizlik, Mesafe, Maske tedbirleri ile TAMAM dolaşırken, yasağa, cezaya rağmen maske takmadan kalabalıkları tehdit edercesine dolaşanlar var. Uyarmak mı? Size saldırıyor, hakaret ediyor, hatta şiddete başvuruyorlar. Peki, kim bunlar? Edepsiz, maskesiz haydutlar. Yasa tanımaz, kurala uymaz, toplum zararlıları…

Maskesini çenesinde sallandıran, dirseğine takan, salgından korkmamayı cesaret gösterisi yapan maskesiz haydutlar…

Eskiden bankaya maskeyle girmek panik sebebiydi. Şimdi maskesiz giren; telaşa yol açıyor zira Korona var. Sorun şu ki sistem şiddetten yana olanı koruyor gibi. Hamile kadının içinde olduğu aracı tekmeleyeni karakol kapısında karşılar ve sırtını sıvazlayıp salıverirsen, müeyyide yok diye maske takmak şöyle dursun, ikaz edince sana saldırabiliyorlar.

Ceza yok, caydırıcı tedbir yok, ikaz edeni yediği dayakla baş başa bırakmak var. Polis; ‘işim değil’ der ise ne çare?

        TOPLUM ZARARLILARI NEDEN KORUNUYOR?

DEVAMINI OKU

ELTİKRASİ yönetimi

ŞİRKETİNİZ, AİLENİN OYUN BAHÇESİ OLMASIN
Sadece eltiler, görümceler değil, damatlar, bacanaklar, yengeler, şirketin yönetiminde söz sahibi olunca; o şirket kurumsallaşamıyor ve uzun ömürlü olamayıp batıyor.

Hayır; yanlış yazmadım ve bu başlığın elitokrasi (seçkinler yönetimi) ile alakası yok. Bu; daha ziyade bizimle ilgili

1 milyon 300 bin KOBİ’mizin ‘uzun yaşamayışının’ baş sorumlusu… Kurumsallaşamayan aile şirketlerimizin can düşmanı… Kapanan firmaların ekseriyetinin ölüm sebebi

Aslında elitokrasi; bir ulus içinde halktan, gerçeklerinden kopuk yaşayanların yönetim iştahı diye tanımlanırsa, eltikrasi de benzer dinamizme dayanıyor; şirketin piyasa gerçeklerinden ve iş hayatından kopuk bir grup insanın (eltiler ve yengeler, damatları, gelinleri de katabiliriz), aralarındaki yıkıcı rekabetle aile şirketini krize sokmaları.

Son 10 yılda kurulan her 10 şirkete karşılık 4 şirket kapandı; Sebep; ‘kardeşler kavgası.’ Peki, bu kardeşler neden geçinemez? Çünkü KOBİ kurumsallaşmamıştır. Elti- gelin savaşları, ortakları birbirine düşürmüş, hanede kalmayan huzur, şirketi kapanmaya sürüklemiştir.

Eltiler şirketi nasıl yönetiyor dersiniz? Eşine sorusuna bakın;

       SEN NEDEN ABİNDEN ERKEN İŞE GİDİYORSUN?

DEVAMINI OKU

Göğü soğutamazsın

GİZLİ KAYNAĞIMIZ ENERJİ VERİMLİLİĞİ
Aydınlatma, elektrik faturasının %5’i tutuyor.
Asıl maliyet; soğutma ve ısıtmadan geliyor.
Üstelik soğutma, ısıtmanın 3 katı…
Yalıtım sayesinde faturayı %50 azaltmak mümkün.

Yaz aylarında klimaların, kış aylarında ısıtıcıların elektrik faturası can yakar. Buzdolabı ve aydınlatma ise 7/24 ve 52 hafta boyunca enerji harcar.

Hani enerji tasarrufu her gündeme geldiğinde, iki ampulden birini söndürüyorduk ya meğer toplam faturanın %5’ine denk  gelen aydınlatma masrafından kısıyormuşuz. Üstelik ışık konforumuzu daraltarak…

Oysa bir evin enerji faturasının %80’ini, ısıtma ve soğutma enerjisi oluşturuyor. Enerji obur binaların asıl büyük derdi; soğutma ve ısıtma giderleri ve bir alanı soğutmak için harcadığımız enerji, ısıtmandan 3 kat fazla!

Hal böyle olunca enerji verimliliğinin omurgasına ısı yalıtımı oturuyor. Yetmiyor; aynı omurgada verimli teknolojileri kullanmama, binaları, tesisleri enerji verimini gözeterek tasarlamama gafletimiz söz konusu…

Kentsel dönüşüm gündemde… Halen üçüncü sürüm konutlarda oturuyoruz ama kötü yalıtım yüzünden enerji israfımız zıplayıveriyor.

Elektrik faturasını %50 azaltmak elimizde…

         ISI YALITIMI YAPSAK GÖĞÜ ISITMASAK?

DEVAMINI OKU

İnekler sağılmıyor

SEN AĞA BEN AĞA… İNEĞİ KİM SAĞA?
Yaylaya Yeşil Yol yaptık, beton arttı…
Oysa amacımız; turist gelsin üretim artsın idi.
Yaylaya süt götürülür mü? Götürüyoruz artık.
Meralar; inekleri değil, betonu otlatıyor.

15 yıldır yazın en az 1 ayımı yaylalarda geçiririm. İnternet sayesinde burada çalışırken dağ bayır dolaşır, tabiattaki değişimi, sosyo-kültürel farklılaşmayı gözlemlerim.

Son 10 yıldan bu yana gördüğümü şudur; hayvan sayısı azalmış beton sayısı çoğalmış. Beton da bize süt vermiyor. Bunun için inek gerek, koyun keçi gerek

Artık İnek sağılmıyor, daha doğrusu onları sağıyoruz da sayıları azalıyor. Merayı, yemi bahane edip süte hasret ulus haline geliyoruz. Tarım sanki utanılacak bir şeymiş gibi; ‘efendim zengin olmak için bilişimde teknolojide üretici olmak bize yeter’ gibi tuhaf fantezilere saplanıyoruz.

Oysa Korona, gıdanın ne denli hayati olduğunu bir kez daha gösterdi bize. Ülkede güçlü sanayi mutlaka olmalı fakat yalnızca makineler ile çocuklarımıza sofra donatamayız. Silahla vatanı koruruz ama içecek suya da ihtiyaç var.

Sorum şu; Biz tarımdan uzaklaşmalı mıyız? Yaylamıza şehirden süt götürülür mü?

İnek sağamıyorsak bizi inek gibi sağan yabancılar çıkar.

         BİZ ÜRETMEZSEK BESİN NEREDEN GELECEK?

DEVAMINI OKU

Paket Yap Kültürü

PORSİYON KÜÇÜLSÜN
ARTANI PAKETLENSİN
Liderler, sanatçılar, kanaat önderleri;
Lütfen lokantada yemediklerinizi paket yaptırın.
Böylece toplum paket yaptırmanın ayıp bir şey olmadığını benimser, gıda israfı önlenir.

Farkında mısınız; lokantalarda porsiyonlar çok büyük ve yemeğin yarısı çöpe gidiyor. Porsiyonları küçültelim, artanı paketleyelim. Ben, tabağımda yemek bırakmam. Lokantada tabağımda kalanı da paket yaptırıp eve götürürüm. Hatta bunun ayıp bir şey olmadığını göstermek için garsonlardan sesimi herkesin duyacağı kadar yükselterek talep ederim.

Neden? gıda israfımız had safhada… Dünya genelinde tarımsal kayıplar dâhil, çöpe giden, israf olan gıda miktarı; 1,6 milyar ton. Bunun parasal değeri; 1,2 trilyon $. Gıda kayıp ve israfının yalnıza dörtte birini önleyebilsek, bu miktar dünyada 830 milyon açlık çeken insanın beslenmesine yetiyor.

Ülkemizdeki durum iç açıcı değil; belediyeler tarafından yılda toplanan atık miktarı 33 milyon ton ve bunun 14,5 milyon tonu gıda atıkları… Para değeri ise 14 milyar $. Neredeyse aylık ihracatımız kadarı çöpe…

Bizler en azından paket yap kültürünü yaygınlaştırabilirsek çöpe giden gıda miktarını azaltabiliriz. Ne dersiniz? Yapalım mı?

         YEMEĞİNİ ARKANDAN AĞLATMA; PAKET YAP!

DEVAMINI OKU

Merakıma dokunma

AR’aştırıyoruz ama neden GE’liştiremiyoruz?
Farklı olandan KORKU
Bize benzemeyenden NEFRET
Rakiple düello yerine PUSU
Akıl yerine KURNAZLIK
Sabır yerine TELÂŞ
Merak yerine BİAT
Bilgi yerine KANAAT
Özgün yerine TAKLİT
Ödül yerine CEZA
Oysa icat çıkaran gencimiz çok.
@serefoguz

Ben çocuğum… Merak benim işim. Her gün yüzlerce soru sorarım ebeveynime; ‘Bu NE?’ diye… Bıktırırım bazen onları.

Dedim ya ben çocuğum; Merak benim var olma biçimim…

Biraz büyüyünce ana sorum; ‘NASIL?’ olur. Bu sayede evren nasıl çalıştığını öğretir bana. Mühendislik sürecim başlar.

Genç olurum, merakım hala benimle ise bu defa sorularım değişir; ‘NEDEN?’ halini alır. Bu süreçte evrenin mimarisi şekillenir zihnimde. Ben gencim ve MERAK hala elimden alınmamışsa nihai soruya ulaşırım; ‘NEDEN OLMASIN?’

Tek isteğim vardır; merakımı elimden alma! Ama sen ey eğitim sistemi; önce ana-babam merakımı zedeler; ‘sorma, yapma, uslu dur.’ Sonra sen devreye girersin. Günde 400 soru soran ben; ilköğretim-lise eğitimi ardından üniversite kapısında tek soruya indirgenirim; ‘Sınavda ne çıkacak?’

Oysa bıraksan, merakımı elimden almasan; Lagari olurum, Fatih olurum, Vecihi olurum, Killigil olurum, Devrim olurum, Bandırma Feza Kulübü olurum, mucit olurum, BEN olurum.

         MERAK EDİYORUM; MERAKIMLA DERDİN NE?

DEVAMINI OKU

Ne çok silgi var!

SİLGİ DİYARINDA KALEM OLMAK
Ortalık, elindeki silgiyle her kaleme koşan kötülerle dolu.
Bir fikir üretmeye gör, anında kötüleyen biri bitiveriyor.
Neden? Çünkü silmek kolay yazmak zor.
Tüketmek kolay üretmek zor.

Renkler ustası Ranga Guru, öğrencisinin yaptığı resmi halk değerlendirsin diye meydana astırır ve tuvalin yanına bir kalem ile not bırakır; ‘lütfen beğenmediğiniz yerlere çarpı işareti koyun.’ Ertesi gün resim; çarpı işaretleriyle dolar.

Yine aynı öğrenciden başka bir resim yapıp aynı meydana asmasını ister. Bu defa tuvalin yanında şu not yazılıdır; ‘lütfen hatalı yerleri düzeltin.’ Netice; kimse düzeltmeye yanaşmamıştır.

Kıssadan hisse şudur; karalamak kolaydır ama yapıcı olmak; bilgi, özen, emek ister. Sosyal medyada pek çok fikir sergileniyor. Çok az insan bu fikirlere katkı sunuyor veya teşekkür ediyor.

Çoğunluk; o fikri karalamak ve önereni aşağılamak yolunu seçiyor. Neden? Çünkü kendi fikir üretmeyenin yaptığı en kolay şey; yapanı karalamak

Ne zaman iyiliğe örnek paylaşsam; altında çapanoğlu arayan birileri türeyiveriyor. Ancak daha da beteri ne zaman kötü örnekleri paylaşsam, aynı kişiler, onları savunuveriyorlar.

Elinde kötülük silgisiyle dolaşana önerim şudur; Yapma!

         SÜREKLİ KÖTÜLERİ TUTMAK ZORUNDA MISIN?

DEVAMINI OKU

En ağır iş; işsizlik

İŞSİZLİK YALNIZCA İŞSİZİN SORUNU MU?
İşten çıkarma yasak ama evler sokaklar işsizlerle dolu.
TÜİK; iş aramayanı işsizden saymıyor.
Umudunu yitirmiş ve aramaktan vazgeçmiş 7,5 milyon insanımız; işsiz; yarınsız, umutsuz…

İşsizlik siyasetçi için büyük sorun olarak tanımlanabilir.

Ancak önceliği değilse, ‘popülist’ bir söylemdir sadece…

Ekonomi bürokratı için işsizlik, bir istatistikten başka bir şey olmayabilir. Kendisi işsiz kalmadığı sürece bu rakamın ‘makul ölçüye indirilmesini’ pekâlâ mırıldanabilir medyada.

Kamu güvenliği açısından işsiz; potansiyel suçlu anlamıdır.

Kaybedecek bir şeyi kalmamışsa, toplumsal bomba olabilir.

İşi olanlar için işsizlik; ‘ben de kalabilirim’ kaygısıdır.

Sendikacı için işsiz; dayanışma aidatı ödemiyorsa; yoktur.

Akıllı işveren için işsiz; ‘henüz iş veremediği’ kişidir.

Akılsız işveren için işsiz; ‘daha önce işten kovduğu’ işçidir.

İşsiz için durum nedir?  Örgütsüz, sahipsiz ve toplumsal zenginliğin taşrasına itilmiş bu kesim; kendini nasıl görür?

Söyleyeyim; işsizlik aslında en ağır iştir. Öyle ki sana ödeme yapmazlar, özgüvenin erir gider. Her sabah bir umutsuzluğa uyanırsın, iç disiplinin bozulur. Maddi gelirden mahrumiyet ve tecrit duygusu kaplar bedenini, zihnini…

          İŞSİZİN ACIKMADIĞINI MI SANIYORSUN?

DEVAMINI OKU

İsteyince oluyormuş

KABALI KÖYÜ MUCİZESİ
Mirasın parçaladığı arazileri bütünleştirdiler.
2 yılda 500 ton tahıl alırken şimdi yılda 5 bin ton meyve üretiyorlar.
Köylüler kendi arazilerinin marabası değil efendisi artık.

Korona bize tarımın önemini hatırlatmakla kalmayıp tarım ilgiyi de arttırdı. Ancak yeni nesil çiftçiliğin de örneklerini gündeme getirerek… Kabalı köyü örneğinden aktaracağım:

Arazi toplulaştırma, Cumhuriyet tarihimizin en önemli adımı. Yeterince uygulansa, tarımda zirvelere varacağız.

Köyde birleştirilen tarlalar sayesinde 5 bin dönümlük meyve bahçesi oluşturuluyor, ölçek ekonomisinin nimetleri yağmaya başlıyor; Yozgat göç verirken 476 olan köy nüfusu 563’e çıkıyor, kentten göç geri geliyor.

Köydeki 230 olan traktör sayısı, toplulaştırma sayesinde 14’e iniyor. Daha önce köy parçalı arazisinden 2 yılda bir alınan 500 ton buğday hasadı yerine şimdi; 15 bin ton meyve, yılın 12 ayı çalışan 45 kişi, günlük 600 istihdam…

Peki, nasıl oldu? Kaymakam İsmail Şanlı, Muhtar Hüseyin Ünal, meyve bahçesi müdürü Fahrettin Aksakal üçlüsü… 350 kişiye ait, miras yoluyla halı saha  boyutuna inmiş parçalı arazileri bütünleştiriyor, tarımsal kalkınma mucizesi gerçekleşiyor.

   ONLAR BAŞARDI, SİZ NEDEN DENEMİYORSUNUZ?

DEVAMINI OKU