Niteliksiz girişimci

NE İŞ OLSA YAPARIMCI PATRONLAR

“Ne iş olsa yaparımcı eleman” ile

“ne iş olsa girişirim” diyen patronlar arasında sıkıştık.

Nitelik sadece iş gücünde mi aranmalı?

Patronların da nitelik sorunu yok mudur?

Eskimeye yüz tutan bir ezberimiz var; nitelikli işgücü ihtiyacı… Sanki bu nitelik, sadece çalışanda eksikmiş gibi davranıyor, girişimcinin niteliğini nedense sorgulamıyoruz.

Katma değeri düşük işler kuran girişimcinin, katma değeri düşük çalışandan şikayet hakkı yoktur. Değer üretmeyen iş süreçlerinde nitelikli işgücü çalıştırmak ne derece anlamlı?

Ara eleman aranan eleman sloganı, özünde doğru olmakla birlikte niteliksiz patronların elinde bu ara elemanlar, arada derede kalıyor. Ne iş gelişiyor ne de işçi niteliği… Sen patron olarak kendini geliştirmez isen kullandığın işgücünde nitelik artışı olur mu?

Ara eleman yetiştirmek için yoğun gayret başladı şükür. Milli Eğitim Bakanlığı ile sanayi ticaret odaları elbirliği yapıyor, meslek liseleri gibi çözümleri yaygınlaştırıp aranan eleman dediğimiz kabiliyet havuzunu genişletmeye çalışıyorlar.

Ancak bu yetmez. Bize nitelikli girişimci gerekiyor. Ne iş olsa yaparımcı eleman kadar ne iş olsa girişirim patronların varlığın da bir sorun.

NİTELİK ARAYAN PATRON; SEN NİTELİKLİ MİSİN?

DEVAMINI OKU

Kayırmacılık belası

NEPOTİZM KURUM BATIRIR

Kayırmacılık yüzünden aile şirketlerinin 3’üncü kuşağa geçme şansı %20, ömürleri de en fazla 25 yıl sürüyor.

“Hamili kart yakinimdir” diyerek işe alıyorsan; batarsın.

Nepotizm; yakınını, kan bağın olanı kayırmanın adı. Yönetim bilimi bu olguyu, kurumun ömrünü kısaltan bela kabul eder.

Kayırmacılık yüzünden şirket, ihtiyaç duyduğu nitelikleri bünyesinde tutamaz. Şirket nepotizm tutumu yüzünden ailenin oyun bahçesi haline gelir. Kabiliyetler dışarıda kalırken , dost, akraba işletme kadrolarını doldurur.

Sürdürülebilirlik kaygısında olan şirketlerimizde patron, kendi ailesini dahi yönetim kademesine tepeden koymaz.

Liyakat, aile bireyi olmanın çok daha üstünde kabul edilir.

En iyi tahsili dahi yapsa, kurum değerleri ve süreçleri sahada öğrenmeden yönetim kademelerinde ilerleyemez.

Olsa olsa, eşitler arasında birinci yapılır. Mirasta hakkı olması, yönetimde pozisyon avantajı olacağını sağlayamaz.

Hamili kart yakınımdır diye kartvizitle kuruma dayatılan niteliksizlerin, bir süre sonra o kurumu zarar soktuğunu biliyoruz. Gerek devlet yönetimi gerek şirket kademeleri kayırmacılık belası yüzünden zaafa düşer ve o kurumun batması mukadderdir.

YAKININI KAYIRIYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Çok bilen çok yanılır

BİNDİĞİM AT BENDEN AKILLI OLMASIN

Hayat bir yarış ve akılsız atlarla yarış kazanılmaz.

Akılsız at seçme çabasını, kendinden akıllıları keşfetmekte gösteren yönetici için başarı; kader olur.

Hele ki yarım yamalak bilen herkesten daha da çok yanılır. Çünkü bildiğini sanır ve böyle birine öğretmek imkansızdır.

Yöneticilerde gördüğüm şudur; liyakat sahibi ve gerçekten bilen insanları nedense kendilerinden uzak tutar, onlarla aralarına mesafe koyarlar. Onun yerine kendilerinden daha az bilenleri tercih ederler. Zira ancak bu sayede kendini daha değerli, akıllı, zeki ve vazgeçilmez biri zannederler.

Gözlemim şudur; işletmelerde ikinci sınıf yönetici, etrafına üçüncü sınıf kadro edinir. İtibarını bu sayede koruduğunu sanır. Oysa birinci sınıf yönetici, etrafında bilen çalışan bulundurmak ister.

Önerim; kendinden daha zeki ve akıllı insanları bulup, onların hizmetine girmektir. ‘Hükmetmek’ değil, onların hizmetine girmek… Bu, zor bir zenaattir zira özgüven gerektirir, erdem gerektirir, basiret gerektirir.

Çalıştığı kişileri liyakat havuzundan seçenlerin başarısı ortadadır ve bilen adam yerine bizden adam seçenlerin hüsranı; daha da ortadadır. Çok bilen çok yanılır zira…

       ÖNCELİĞİN BİZDEN ADAM MI BİLEN ADAM MI?

DEVAMINI OKU

Gitmeyi bilmek…

İKİ AYAĞIYLA MAYINA BASMIŞ

GİBİ BIRAKIP GİDEMİYORSUN

Zamanı gelince gitmeyi bilmek gerek.

Mayına basanın dramını düşün;

Kalsan, çürümeye gönlün razı değil.

Gitsen, varlarını terk edeceksin.

En zor ikilem bu işte.

‘Ve hemen gidemedim, Ve artık gidemedim,

Ve sonra hiç gidemedim…’

Edip Cansever böyle diyor. Gitmesi gereken ne düşünür bilinmez ama kalmaya heveslileri, şiirin devamında uyarmakta gecikmez şair; “Kurtuluş’ta son durakta bir tramvay ölüsü sanki ben; öylece kalakaldım…

Eğer söz konusu ilişkiler ise, genelde, gidenin kaçak, kalanın korkak olduğu bir kavramdır; gitmeyi bilmek

Fakat gidilecek yeri değer üretmek diye tanımlarsanız, sistemin yorgunluğuna (entropi) varırsınız. Hele ki her şeyin hızla değiştiği dünyada… Bazıları gitmeyi bilmemeyi, “geriye gitmenin en hızlı yolu” diye tanımlar. Doğrudur…

Daha iyi bir yarın uğruna dünden gitmeyi bilmiyorsan, bugün başın belada demektir. Gidebilmelisin, zamanında…

Edip Cansever ile gitmeyi bileyim dedim bu kısa yazıdan; “Hepimiz kalakaldık / Elimizde tetiği çekilmeyen,

Namlusu yönsüz bir tabanca gibi

         ZAMANI GELİNCE GİTMEYİ BİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Al gözüm seyreyle…

KÖTÜLER NE BİLSİN BİZİ

İYİLERE SELAM OLSUN…

Birinin gerçek karakterini öğrenmek istiyorsan;

Onu trafiğe çıkar ve ardından izle.

Ona güç verilince nasıl davrandığına bak.

Hak yiyor mu, kural tanıyor mu?

Sağa dönüşte, en sol şeritten gelir ve önüne geçer. Kötü.

Sinyal kolu vardır, önünde aniden döner, bildirmez. Kötü.

Camı açar, şişeyi sokağa fırlatır, gaza basar gider. Kötü.

Sağ şerit kenesidir. Önünde araç yoktur, hızlanmaz. Kötü.

Kırmızı ışık yanıyordur. Yaya geçerken üzerine sürer. Kötü.

Direksiyonda telefonuna yazı yazar, trafiği aksatır. Kötü.

Egzozundan siyah duman çıkar, bakıma götürmez. Kötü.

Emniyet şeridinden gider, trafiğe polise aldırmaz. Kötü.

Çakarlı çakaldır. Kural ihlal eder, üzerine sürer. Kötü.

Bebeğini ön koltukta tutarak seyahatten korkmaz. Kötü.

Hak çiğner, kural tanımaz, uyarırsan tehdit eder. Kötü.

Polis durdurur, ‘benim kim olduğunu…’ tehdit eder. Kötü.

Uyarırsın, pompalısı bagajındadır, seni çeker vurur. Kötü.

Önüne dalar, korna çalarsın, senin arabana saldırır. Kötü.

Ambulansa yol vermez, ardına takılır ve sürat yapar. Kötü.

Işık yeşile döndüğüne aldırmaz; ardındakini bekletir. Kötü.

Trafikte yavaş giderler, zamanına saygıları yoktur. Kötü

     BU KADAR KÖTÜ SÜRÜCÜYÜ HAKEDİYOR MUYUZ?

DEVAMINI OKU

Yeniliğe övgü bedava

YABANCIYI TERCİH YERLİYİ GELİŞTİRMEZ

Savunma, sağlık, ulaştırma, eğitim, enerji alanlarında nitelikli yerli yazılımlar ürettik.

Ancak yabancılar hala el üstünde tutuluyor.

Bu tutum yerli yazılımı öldürür.

Hemen herkes yeniliğin gerekliliği konusunda hemfikir ama kendi yenilikçi adımlarını ön plana çıkarmada iştahsız.

İnovasyonu; sanki başka kültürlerin işiymiş sanıyoruz.

Oysa inovasyon şarttır cari açığı akılla kapamanın yoludur.

Yenilikçi sektörlerde pazar lideri firmalar, dünya devi haline nasıl geldi dersiniz? Öncelikle değer üreten yeniliğe sahip olmaları ve sonra da satınalma tercihinde kendi ülkesi tarafından ilk sıraya konulmalarıdır. Yalnızca NASA, ihtiyaçlarını karşılaması için destek verdiği 2 binden fazla firmayı, alım garantisi ile dünya ligine taşıdı.

Bugün Türkiye, bilişim sektöründe “dışa bağımlı” yapısıyla “ciro” ile övüne dursun, tıpkı turizm gibi katma değeri tamamen ülkeden kalan bir alt sektöre de sahip; yazılım!

Fakat sorun şu ki 35 milyar $’lık bilişim sektörümüz içindeki ağırlıkları, 800 milyon $ civarında. Kamu, yerli yazılımcıları; “eşitler arasında birinci” yaparak sektöre destek vermeli… Kendi aklımızın eseri yazılım sektörünü

       övmek yerine önceleyelim.

AKLIMIZA GÜVENSEK?

DEVAMINI OKU

Kopyalayıp yapıştırma

CEHALETİ; ÜRETME, ÇOĞALTMA!

Ortada bilgiden ziyade bilgisizlik varsa internet sayesinde bilgisizliği örgütlersin.

Teknolojiyi cehaletin emrine verdiğinde daha donanımlı ilkellikler elde edersin.

Nitelikli bilgi, asla ortalıkta değil. Sıradan değersiz bilgi ise hemen her yerde bizimle. Misal Internet’te, birbirinin neredeyse kopyası fikirler, bilgiler, düşünceler, uçuşup duruyor. Eğer daha önce o konuda siz de bir şeyler üretmişseniz, bunları da aynı yerlerde buluyorsunuz.

Peki işe yarıyor mu? Pek sanmıyorum. Neticede ortada çok fazla bilgi dolaşsa da “nitelikli bilgi” son derece az.

Bir başka sıkıntı, işe yarayacak bilgi arayışındaki süreçlerin tuzaklarla dolu olmasında yatıyor. Kendiniz dâhi üretmiş olsanız, karışınıza çıkan bilginin referanssızlığı yüzünden kafanız karışabiliyor.

Eskilerin bir sözü vardır; “köyün girişinde uydurduğun yalana, köyün çıkışında seni de inandırırlar”. Sizin “yeterince referansı olmayan” ham bilginiz, bir süre sonra, diğerleri tarafında da kullanılınca, siz de bu “ham bilgiyi”, eskisinden daha “nitelikli (!)” sanıyorsunuz.

Oysa başkaları tarafından kopyalanmış olması bilginize nitelik kazandırmıyor sadece “daha yaygın” hâle

  getiriyor.. NİTELİKSİZ BİLGİ İŞİNE YARIYOR MU?

DEVAMINI OKU

Ötekine güvenebilmek

ORTAĞINI DOLANDIRMA

Allah buyuruyor ki: biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum.

Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.”

Ortaklık, ötekine güvenmeyi gerektirir.

Dünya Değerler Araştırması Türkiye sonuçları diyor ki; Başkalarına güvenmiyoruz. Hatta öyle ki bırakın komşumuzu, kardeşimize dahi ‘güven’ sorunumuz var.

Beylik söylemi biraz değiştirirsek; bizim, bizden başka dostu yok. Bu algı düzeyi, küresel oyuncu olma iddiasıyla çelişiyor. Çünkü küresel arenada ‘ölçek sorunu’ belirleyici oluyor ve ortaklık kültürüne sahip olamayanlar, kendilerini ‘küçük’ ve ‘mutlu’ dünyalarına hapsediyorlar.

Temel sorun; küçük ölçekli yatırım zihin yapısındaki direnç… ‘Ortakla kim uğraşacak’ kaygısı, birlikte iş yapma kültürünün gelişmesine  ‘set’ vuruyor. Oysa zenginliğin yolu, ‘ölçekten’ geçiyor. Bu da ‘ötekine güvenin’ fonksiyonu…

Sanayiden hizmet sektörüne dek farklı alanlarda ülkemiz, uygun ölçeğe varabilmek için, ailesi, arkadaşı, yerliyabancı ortağı hatta rakibi ile dahi iş yapmak zorunda… Halbuki ortağımıza güvenmiyor, ilk fırsatta onu dolandırıyoruz.

Ortağına güvenenin başarılarını da gururla okuyabiliyoruz.

        ORTAKLIĞIN; HASILATI PAYLAŞANA DEK Mİ?

DEVAMINI OKU

Hepimiz aynı gemideyiz ama…

FEDAKÂRLIK PAYLAŞIMI;

FEDA bana KÂR sana olmasın.

Fırtına tekneyi salladığında;

1’nci sınıftaki yolcuların söylemidir;

‘Hepimiz aynı gemideyiz.’

Aynı gemideyiz de güverte yüzü göremeyen ne yapsın?

Bu kelimelerle başlayan cümleyi sıkça kaptan köşkündeki yöneticilerden duyarız. Genelde 1’inci sınıf yolcularının batmaya yakın yaptığı çağrıdır. Cümle böyle başlıyorsa bil ki senden FEDAKÂR olman istenecektir.

Şüphesiz hepimiz aynı gemideyiz ama… Devamı gemideki yolculardan gelsin;

Hepimiz aynı gemideyiz ama siz sürekli güvertedesiniz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama siz farklı göğe bakıyorsunuz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama servis edilen yemekler farklı.

Hepimiz aynı gemideyiz ama kürek çeken hep biz oluyoruz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama tekne batınca aynı denizdeyiz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama seni filikan bekler bizi simit.

Hepimiz aynı gemideyiz ama sizin masanızda olamıyoruz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama buzdağını göremeyen sizsiniz.

Tamam haklısınız anladık; hepimiz aynı gemideyiz ancak;

     NEDEN BİZLER GÜVERTE YÜZÜ GÖREMiYORUZ?

DEVAMINI OKU

Müze misin depo musun?

KÜLTÜRÜNÜ DEPOLAMA

ONU DÜNYAYA GÖSTER

Geçmişinle övünmek işin kolayı.

Zor olan; bunu dünyaya tanıtmak…

Müze bunun için var ama bizdeki anlayış;

tarihimizi kültürümüzü teşhir değil,

onu depolayıp, mümkünse herkesten saklamak…

Müzeler kültürün yalnızca gelecek kuşaklara aktarılmasını değil, aynı zamanda bütün dünyaya takdimin cisimleşmiş halidir. Evdeki özel koleksiyondan müzeyi ayıran, kültürü kurumsallaştırması ve kişiyi ziyaretçi haline getirmesidir.

Batı’nın ünlü müzeleri, kültürünü dünyaya takdim etmede ‘teşhiri’ ön planda tutar. O müzenin hangi nadide eseri barındırdığı kadar, o eserleri kaç kişinin anılarına kattığı da  önemlidir. Ancak bizdeki müzecilik anlayışı, ‘depo’ mantığındadır.

Tarihi eseri, mümkün olsa da insan eli ve gözü değmeden, bir sonraki kuşağa bırakma zihin yapımız yüzünden pek çok yerde fotoğraf dahi çektirmezler.

Misal Sümela Manastırı’nda cep telefonunuzu veya kameranızı çıkardığınızda ‘güvenlik’ tepenize dikilir. O eseri çalmak  için plan yapıyor muamelesi görürsünüz.

Topkapı’da cebime davrandım; ‘foto yok’ diye engellendim. Somali’deki müzede ‘buradan daha iyi özçekim olur’ tabelası vardı oysa…

Onlar kültürlerini tanıtmaya, bizler; depolayıp övünmeye meraklı…

          BİZDEKİ MÜZECİLER DEPO BEKÇİSİ MİDİR?  

DEVAMINI OKU