Kültürünü depolama onu dünyaya göster

MÜZE MİSİN DEPO MUSUN?
Geçmişinle övünmek işin kolayı…
Zor olan bunu dünyaya tanıtmak.
Müze bunun için var ama bizdeki anlayış tarihimizi kültürümüzü teşhir değil onu depolayıp mümkünse herkesten saklamak.

Müzeler kültürün yalnızca gelecek kuşaklara aktarılmasını değil aynı zamanda bütün dünyaya takdiminin cisimleşmiş halidir. Evdeki koleksiyondan müzeyi ayıran, kültürü kurumsallaştırması ve kişiyi ziyaretçi haline getirmesidir.

Batı’nın ünlü müzeleri, kültürünü dünyaya takdim etmede “teşhiri” ön planda tutar. O müzenin hangi nadide eseri barındırdığı kadar, o eserleri kaç kişinin anılarına kattığı da önemlidir. Ancak bizdeki müzecilik anlayışı, “depo” mantığındadır. Tarihi eseri, mümkün olsa da insan eli ve gözü değmeden, bir sonraki kuşağa bırakma zihin yapımız yüzünden pek çok yerde fotoğraf dahi çektirmezler.

Misal Sümela Manastırı’nda cep telefonunuzu veya kameranızı çıkardığınızda, “güvenlik” tepenize dikilir. O eseri çalmak için plan yapıyor muamelesi görürsünüz.

         MÜZELERİMİZ TARİHİ ESER DEPOSU MU?

DEVAMINI OKU

Ortalık uzman dolu

PEKİ MEMLEKET NEDEN BU HALDE?
Ömrü TV stüdyolarında geçen tuhaf bir uzman türü oluştu.
Laboratuvarda araştırmada yoklar ama sürekli ekrandalar.
Bilgileri olmasa da hemen her konuda fikirleri var.

Daha önce birileri bir şeyleri başardı da biz mi kaçırdık?

Lafla peynir gemisi yürüdüğüne dair öykü görmedim ben.

Ahkâm kesmekten, bilgisi olmadığı halde her konuda fikir yürütmekten bıkmadık, gitti… Bu, genel karakterimiz…

Kendi işinde vasat ama ülkeyi yönetecek kadar iştahlılar…

Son zamanlarda dikkatimi çeken; enerji konusunda ahkâm kesme modasının giderek yaygınlaşması… Misal kaya gazı… Amerika’da 25 yıl uğraşıp geliştirilen ve dünya enerji dengesini etkileyecek boyuta gelen kaya gazı, bizdeki sözde uzmanların fazlaca rağbet ettiği konu haline geldi. Kaya gazı dünya gündemine oturunca bir anda ortalık, kaya gazı profesörleriyle doluvermişti. Sanki bunlar yıllardır bugünü bekliyormuş ve bir yerde saklanıyorlarmış gibi…

Sorsanız elinize kazma aldınız mı diye; “hayır” derler.

Sahada hiç birinin ayağına sondaj çamuru değmiş değil. Laboratuvardan daha fazla TV ekranlarında zaman geçiren uzman ordumuz var. Değer üretemeyince ha bire laf üret.

     NİTELİKSİZ LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜR MÜ?

DEVAMINI OKU

Alın teri akıl teri

AKLINI KULLAN KORKMA BİTMEZ
Akıl teri dökecek zeki ve yetenekleri bulmak kolay mı?
Vasat zekânın üstün yeteneği keşfetmesi mümkün mü?
Zeki insanlarımız için neler yapmalıyız?
Bize cevaplar lâzım.

Alın teri kutsaldır ancak akıl terinin alın terini sömürdüğü bu çağda akıl teri daha da kutsal hale geliyor.

Ülkemizin alın terini, akıl teriyle örtüştürmeye dünden daha fazla ihtiyaç duyulan çağda yaşıyoruz zira…

İhracatın hamalı değil efendisi olmak istiyorsak, kurala uyan değil kural koyan olmak istiyorsak, nicelik ve cirodan değil nitelik ve kârdan yürümek istiyorsak, alın teri şart.

Peki, alın teri ile akıl teri arasındaki katma değer farkı ne kadardır dersiniz?  Otomobil ve bilişim üzerinden örnek; 1990’da Detroit’in ilk 3 devinin Pazar değeri 36 milyar $ idi ve bunu 1,2 milyon alın teriyle sağlıyorlardı.

2014’e geldiğimizde Silikon Vadisi’nin 3 bilişim devinin Pazar değeri 1 trilyon $ idi ve bunu yalnızca 137 bin akıl teriyle sağlamışlardı. Katma değer farkına bakın; alın terinin uç noktasında kişi başına ancak 30 bin $ üretilebilirken, akıl teri sahibinin tek başına üretime katkısı 7,3 milyon dolar. Yalnız alın teri yetmeyebilir.

         AKLIMIZI FARKEDECEK KADAR AKILLI MIYIZ?

DEVAMINI OKU

Yarınını merak et

YARIN HİÇ KİMSEYE VAAT EDİLMEMİŞTİR
Ancak onu hak edene ikbal sunar.
Çünkü kendini yarınında şekillendirmiştir.
Yarını merak eden, kendi yarınını inşa ederse, yanılmaz.
Değilse, fal sana ne yapsın?

Vizyon, yarına dair bir öyküdür. Yarın kaygısı, gelişme sancısı çekmektir. Tomurcuk derdi olmayana “odun” deriz.

Bir sonraki adım, insanın merak repertuarında daima başyapıttır. Yarın, bilinmezdir. Ama kestirilebilir. Yarını kestirmenin en güvenilir yöntemi ise onu inşa etmektir.

Peki, firmalar ve bireyler, gelecek öngörüsü yaratmaya nereden başlamalı?  “İşe, yarını düşünmekten başlamalı.”

Yarını düşünme noktası, sanıldığı kadar da kolay bir şey değil. Öncelikle bugünü yarına uzatırken kullandığımız paradigma, genelde bize “kullanılmış bir gelecek” sunuyor.

Oysa yarın, başka bir düzlemde oluşuyor. Attila İlhan’ın “ben sana mecburum” derken mırıldandığı gibi; “sana kullanılmamış bir gök getirsem…” Birçoğunun daha önceden tükettiği düşünceleri ve imajları kullanıyor olmak, acaba bir “yarın” mıdır? Değildir. Yarını tahmin ederken bugünü “dönüştürmeden” geleceğe taşıma gafleti vardır.

Yarını düşünmeyen ulusların, kurumların bireylerin yarını olamaz.

KENDİ YARININI DÜŞÜNÜYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

280 karakterle bilim insanı olmak imkansız

ENFORMATİK CEHALET
Sizi bilmem ama ben kendimi her geçen gün daha da cahil hissediyorum.
Okudukça cehaletim artıyor.
Cehalet tahsil ediyorum.
Bilmem gerekenleri daha fazla fark ediyorum.

Twitter 140 karakter limiti 280’e çıkarılınca mesajların uzunluğu daha da kısalmış ama atılan twit sayısı artmış.

Soru şu; 280 karakterle bilim olur mu? Olmaz tabii ki…

Olsa olsa malumatfuruşluk olur ki bu da insanı ‘yarım porsiyon aydın’ yapar. Münevver değil… Günde 5 saat televizyon ve internetle meşgul iken yılda ancak 10 saat kitap okuyarak uygarlık mirasımızın hakkını veremeyiz.

Bildiğim şudur; arama motoru ile 280 karaktere sığdırılmış aforizmalarla gerçek bilgiye sahip olunmaz. Gün bitmeden değerini yitiren bilgiyle zamana meydan okuyan eserler verilemez. Bilgi için daha fazla emek harcamak gerekir.

Yüzeysel bilgi bilim için yetersizdir. Derinleşmek ise daha fazla okumak, daha nitelikli bilgi talebiyle olur. Cebimize akan bilgiyle alim değil, sosyal medya fenomeni olursunuz.

O da ertesi güne kalmaz. Buna enformatik cehalet diyoruz.

         BİLİM İNSANI OLMAYI DÜŞÜNÜR MÜYDÜNÜZ?

DEVAMINI OKU

Doğuşum veya çöküşüm

DEĞİŞİM DE DÖNÜŞÜM DE YETMEZ OLDU
Daha iyi bir yarın uğruna dünü geride bırakıyor, değişip dönüşüyorduk.
Dijital çağın farklı dinamikleri bizi doğuşa ya da çöküşe zorlayacak.

Kurulduğundan beri dünya değişim yaşıyor. Jeolojisinden iklimine, sosyolojisine, ekonomisine demografisine dek…

Bu değişimin hızı bazen yavaş oluyor, bazen hızlanıyordu.

Düne kadar DEĞİŞİMİ yöneterek idare ediyorduk. Ancak bu yetmez oldu; DÖNÜŞÜM demeye başladık. Artan hız yanı sıra dönüşme zarureti doğdu. Dönüşümü ben; ‘daha iyi bir yarın uğruna, dünü geride bırakmak’ diye tanımlarım.

Fakat 2020’li yıllar çok daha farklı dinamiklerle geliyor.

Dünün değişimi, bugünün dönüşümü bizlere yetmeyecek. Teknolojideki kırılmalar, toplumlardaki gerilimler ve insani gelişimler gösteriyor ki gelecek için yol ayırımına geldik.

Ya her şeyi sil baştan tasarlayıp DOĞUŞUM yaşayacağız.

Ya da bu baş döndürücü hıza yetişemeyecek ÇÖKÜŞÜM içine gireceğiz. Dijital çağın oluşturduğu cesur yeni dünya kişileri, kurumları şirketleri derinden, kökten etkileyecek.

Bizlere düşen, dünün alışkanlıkları ve bugünün gerçekleriyle yarını oluşturma uğraşını terk edip, geleceğe odaklanmak.

         DOĞACAK MISIN YOKSA ÇÖKECEK MİSİN?

DEVAMINI OKU

Enerjiyi israf etme

ENERJİYİ NASIL TASARRUF EDERİM?
Eski anlayış 2 ampulden birini söndürmekti.
Yeni anlayış, kendini karanlıkta bırakmak yerine zihnini aydınlatmak; kullanmadığın enerjiyi harcamamaktır.

Gezegenin kaynaklarını iyi kullanmak, yeni modern fikirdir.

Cari açığın baş sebebi enerjiyi “tasarruf etmek” de öyle…

Hatta bu fikirlere uygun düzenlemeler getirebilirsiniz.

Sonuçta “insanı eğitemiyorsan, malzemeyi eğit” prensibi işe yarayabiliyor. Bir şartla… O da insanları bu yeni fikrin gerektirdiği “alışkanlıklara” taşımaktır. Zor olan budur.

Biliyoruz ki petrolü olmayan Türkiye, enerjide dışa bağımlılığını azaltabilmek için yeni ve alternatif kaynaklar geliştirmek zorunda. Ancak en az bu kadar hayati olan, mevcudu iyi kullanmaktır. Buna “enerji verimliliği” diyoruz.

Enerji verimliliği; yeni bir kaynak olarak tanımlanabilir.

Öyle bir kaynak ki cari açığa çare, zenginliğe katkı ve kalkınmaya ivme olabilecek kaynak… Gereken, farkındalık oluşturmak ve insanları bu zihin yapısına ulaştırmaktır.

Eskiden 2 ampulden birini söndürerek tasarruf ederdik.

Şimdi ise kendimizi karanlıkta bırakmak yerine zihnimizi aydınlatarak tasarruf edebiliyoruz. Buna enerjiyi israf etmemek diyoruz.

ENERJİNİN FARKINDA MISIN?

DEVAMINI OKU

İş kazası kimin işi?

YASA YETMEZ İNSAN ŞART
Günde 172 iş kazasında 4 işçi ölüyor 6’sı iş görmez hale geliyor.
Yasa kadar bizlerin kendi güvenlik hakkımızı savunmamız, bunu sağlamayan patronları buna zorlamamız şart.

Her cinayetin failleri ve maktulleri olur.

İş kazalarını kurbanlara ağıt üzerinden götürme kolaycılığındaki bizler, işyeri güvenliğinde çalışanların payı olması gerçeğini ne yazık ki bilmiyor, dile getiremiyoruz.

Bu cinayetlerden yalnızca yasaları ve denetimsizliği sorumlu tutarak 85 yıl geçirdik ve acı sonuçlar ortada;

İş kazlarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü bir ülke…

Eğer siz işyerlerini patronların “mini krallığı” gibi tarifleyip, riskleri bile bile madene, işyerine giriyor iseniz, en güçlü iş güvenliği yasası dahi, kapıda kalır, işe yaramaz.

Eğer siz biat kültüründe, üstelik hayatı risk altında olan siz iken, güvenlik açıklarını görerek bile bile o işyerinde çalışıyorsanız, bilinçsiz patronun suç ortağı değil misiniz?

Eğer çalışan bu “cesareti” gösteremiyorsa, sendika, eğitmiyorsa, devlet yetkin denetim yapamıyorsa, mühendisinden işçisine kadar herkes (Bana bir şey olmaz) mantığı ile çalışıyorsa daha çok görürüz iş cinayetlerini…

         İŞYERİNDEKİ RİSKLERİ GÖREBİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Sayılar doludizgin fakat kalite yaya

DEĞERSİZLEŞTİRMEYELİM
Küçük adamlar ile büyük işler yapılmaz.
üniversite, tez, makale, kitap, sempozyum sayıları tırmanıyor.
Ancak akademik sıfatlar dahil pek çok kavram değersizleştiriliyor.

Bir kavramın hacmini büyütürken içini boşaltırsan ne olur?

Olacağı şu; sayısını abartır, şişirir, değersizleştirirsin

Buna niteliksiz büyüme diyoruz; enflasyon böyle bir şeydir.

Eğitimden örnek; Mühendislik fakültesindeki profesörünün itibarı; 1970’lerdeki endüstri meslek lisesi öğretmenin itibarından düşüktür. Bugün iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı, ülkedeki liselerde görev yapan öğretmen sayısından hayli fazladır.

Bugün ilahiyat fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı, 1970’lerde imam hatip liselerinde görev yapan meslek dersi öğretmenlerinden fazladır. Sayılar doludizgin artmış ancak kalite yaya kalmıştır. Zira eğitimin kalitesini ölçtüğümüz değerler, nicelik rakamlarıyla ayrı düşmüştür. Üniversiteleri diploma fabrikasına dönüştürdük ama beceri         kazandırma geride kaldı.

NİTELİK GEREKSİZ Mİ?

DEVAMINI OKU

Bambu gibi büyümek

ZAFER; SABREDEBİLENİNDİR
Pek çok projemiz, sabırsızlık yüzünden yarım kalıyor.
Oysa başarı, yılların gerisinden gelebilir.
Fikir fidanı kök salmadan onu budayanlar başaramıyor. Sabreden ise ödülünü alıyor.

Bambu bitkisi, sabırla büyür. 5 yıl boyunca en ideal şartlarda dahi gelişme göstermez. Ardından sihirli bir el dokunmuş gibi birden bire günde 40-45 santim hızla büyümeye başlar ve 6 haftada 27 metreye ulaşabilir.

Yaşanan sihir değil, bambunun sabırla saldığı kökleri olduğu üzerinedir. Eğer sabır ve istikrarla bir alanda kök salar iseniz, başarı; kaçınılmazdır. Bizde bambu bitkisi yok ama kültürümüzde bunu karşılayacak türkülerimiz dahi vardır:

kuşburnu dikeniyim, dibine dökeniyim…’ Yıllarca durur ve dibine döker meyvesini… Buradan hayata dair çıkarabildim dersler vardır. Misal inovasyon… Bu alanda gayretimiz var fakat sabrımız eksiktir. Türk gibi işe başlıyor daha sonra bambu sabrı göstermeden netice bekliyoruz; Netice yok.

Söz bambudan açılmışken; kökler önemlidir ama senin de gayret göstermen gerekir. İnovasyondan medet uman bu alanda uygun iklimi de oluşturmalı ki bambu büyüyebilsin.

Nice şirket bilirim ki bambu ekmiş ve ertesi yıl netice alamadı diye vazgeçmiştir.

SABREDEMEZ MİSİNİZ?

DEVAMINI OKU