Yeniliğe övgü bedava

YABANCIYI TERCİH YERLİYİ GELİŞTİRMEZ

Savunma, sağlık, ulaştırma, eğitim, enerji alanlarında nitelikli yerli yazılımlar ürettik.

Ancak yabancılar hala el üstünde tutuluyor.

Bu tutum yerli yazılımı öldürür.

Hemen herkes yeniliğin gerekliliği konusunda hemfikir ama kendi yenilikçi adımlarını ön plana çıkarmada iştahsız.

İnovasyonu; sanki başka kültürlerin işiymiş sanıyoruz.

Oysa inovasyon şarttır cari açığı akılla kapamanın yoludur.

Yenilikçi sektörlerde pazar lideri firmalar, dünya devi haline nasıl geldi dersiniz? Öncelikle değer üreten yeniliğe sahip olmaları ve sonra da satınalma tercihinde kendi ülkesi tarafından ilk sıraya konulmalarıdır. Yalnızca NASA, ihtiyaçlarını karşılaması için destek verdiği 2 binden fazla firmayı, alım garantisi ile dünya ligine taşıdı.

Bugün Türkiye, bilişim sektöründe “dışa bağımlı” yapısıyla “ciro” ile övüne dursun, tıpkı turizm gibi katma değeri tamamen ülkeden kalan bir alt sektöre de sahip; yazılım!

Fakat sorun şu ki 35 milyar $’lık bilişim sektörümüz içindeki ağırlıkları, 800 milyon $ civarında. Kamu, yerli yazılımcıları; “eşitler arasında birinci” yaparak sektöre destek vermeli… Kendi aklımızın eseri yazılım sektörünü

       övmek yerine önceleyelim.

AKLIMIZA GÜVENSEK?

DEVAMINI OKU

Kopyalayıp yapıştırma

CEHALETİ; ÜRETME, ÇOĞALTMA!

Ortada bilgiden ziyade bilgisizlik varsa internet sayesinde bilgisizliği örgütlersin.

Teknolojiyi cehaletin emrine verdiğinde daha donanımlı ilkellikler elde edersin.

Nitelikli bilgi, asla ortalıkta değil. Sıradan değersiz bilgi ise hemen her yerde bizimle. Misal Internet’te, birbirinin neredeyse kopyası fikirler, bilgiler, düşünceler, uçuşup duruyor. Eğer daha önce o konuda siz de bir şeyler üretmişseniz, bunları da aynı yerlerde buluyorsunuz.

Peki işe yarıyor mu? Pek sanmıyorum. Neticede ortada çok fazla bilgi dolaşsa da “nitelikli bilgi” son derece az.

Bir başka sıkıntı, işe yarayacak bilgi arayışındaki süreçlerin tuzaklarla dolu olmasında yatıyor. Kendiniz dâhi üretmiş olsanız, karışınıza çıkan bilginin referanssızlığı yüzünden kafanız karışabiliyor.

Eskilerin bir sözü vardır; “köyün girişinde uydurduğun yalana, köyün çıkışında seni de inandırırlar”. Sizin “yeterince referansı olmayan” ham bilginiz, bir süre sonra, diğerleri tarafında da kullanılınca, siz de bu “ham bilgiyi”, eskisinden daha “nitelikli (!)” sanıyorsunuz.

Oysa başkaları tarafından kopyalanmış olması bilginize nitelik kazandırmıyor sadece “daha yaygın” hâle

  getiriyor.. NİTELİKSİZ BİLGİ İŞİNE YARIYOR MU?

DEVAMINI OKU

Ötekine güvenebilmek

ORTAĞINI DOLANDIRMA

Allah buyuruyor ki: biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum.

Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.”

Ortaklık, ötekine güvenmeyi gerektirir.

Dünya Değerler Araştırması Türkiye sonuçları diyor ki; Başkalarına güvenmiyoruz. Hatta öyle ki bırakın komşumuzu, kardeşimize dahi ‘güven’ sorunumuz var.

Beylik söylemi biraz değiştirirsek; bizim, bizden başka dostu yok. Bu algı düzeyi, küresel oyuncu olma iddiasıyla çelişiyor. Çünkü küresel arenada ‘ölçek sorunu’ belirleyici oluyor ve ortaklık kültürüne sahip olamayanlar, kendilerini ‘küçük’ ve ‘mutlu’ dünyalarına hapsediyorlar.

Temel sorun; küçük ölçekli yatırım zihin yapısındaki direnç… ‘Ortakla kim uğraşacak’ kaygısı, birlikte iş yapma kültürünün gelişmesine  ‘set’ vuruyor. Oysa zenginliğin yolu, ‘ölçekten’ geçiyor. Bu da ‘ötekine güvenin’ fonksiyonu…

Sanayiden hizmet sektörüne dek farklı alanlarda ülkemiz, uygun ölçeğe varabilmek için, ailesi, arkadaşı, yerliyabancı ortağı hatta rakibi ile dahi iş yapmak zorunda… Halbuki ortağımıza güvenmiyor, ilk fırsatta onu dolandırıyoruz.

Ortağına güvenenin başarılarını da gururla okuyabiliyoruz.

        ORTAKLIĞIN; HASILATI PAYLAŞANA DEK Mİ?

DEVAMINI OKU

Hepimiz aynı gemideyiz ama…

FEDAKÂRLIK PAYLAŞIMI;

FEDA bana KÂR sana olmasın.

Fırtına tekneyi salladığında;

1’nci sınıftaki yolcuların söylemidir;

‘Hepimiz aynı gemideyiz.’

Aynı gemideyiz de güverte yüzü göremeyen ne yapsın?

Bu kelimelerle başlayan cümleyi sıkça kaptan köşkündeki yöneticilerden duyarız. Genelde 1’inci sınıf yolcularının batmaya yakın yaptığı çağrıdır. Cümle böyle başlıyorsa bil ki senden FEDAKÂR olman istenecektir.

Şüphesiz hepimiz aynı gemideyiz ama… Devamı gemideki yolculardan gelsin;

Hepimiz aynı gemideyiz ama siz sürekli güvertedesiniz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama siz farklı göğe bakıyorsunuz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama servis edilen yemekler farklı.

Hepimiz aynı gemideyiz ama kürek çeken hep biz oluyoruz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama tekne batınca aynı denizdeyiz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama seni filikan bekler bizi simit.

Hepimiz aynı gemideyiz ama sizin masanızda olamıyoruz.

Hepimiz aynı gemideyiz ama buzdağını göremeyen sizsiniz.

Tamam haklısınız anladık; hepimiz aynı gemideyiz ancak;

     NEDEN BİZLER GÜVERTE YÜZÜ GÖREMiYORUZ?

DEVAMINI OKU

Müze misin depo musun?

KÜLTÜRÜNÜ DEPOLAMA

ONU DÜNYAYA GÖSTER

Geçmişinle övünmek işin kolayı.

Zor olan; bunu dünyaya tanıtmak…

Müze bunun için var ama bizdeki anlayış;

tarihimizi kültürümüzü teşhir değil,

onu depolayıp, mümkünse herkesten saklamak…

Müzeler kültürün yalnızca gelecek kuşaklara aktarılmasını değil, aynı zamanda bütün dünyaya takdimin cisimleşmiş halidir. Evdeki özel koleksiyondan müzeyi ayıran, kültürü kurumsallaştırması ve kişiyi ziyaretçi haline getirmesidir.

Batı’nın ünlü müzeleri, kültürünü dünyaya takdim etmede ‘teşhiri’ ön planda tutar. O müzenin hangi nadide eseri barındırdığı kadar, o eserleri kaç kişinin anılarına kattığı da  önemlidir. Ancak bizdeki müzecilik anlayışı, ‘depo’ mantığındadır.

Tarihi eseri, mümkün olsa da insan eli ve gözü değmeden, bir sonraki kuşağa bırakma zihin yapımız yüzünden pek çok yerde fotoğraf dahi çektirmezler.

Misal Sümela Manastırı’nda cep telefonunuzu veya kameranızı çıkardığınızda ‘güvenlik’ tepenize dikilir. O eseri çalmak  için plan yapıyor muamelesi görürsünüz.

Topkapı’da cebime davrandım; ‘foto yok’ diye engellendim. Somali’deki müzede ‘buradan daha iyi özçekim olur’ tabelası vardı oysa…

Onlar kültürlerini tanıtmaya, bizler; depolayıp övünmeye meraklı…

          BİZDEKİ MÜZECİLER DEPO BEKÇİSİ MİDİR?  

DEVAMINI OKU

Yalan mağduru musun?

BİLGİYİ KİRLETMEYİN

Yalancının mumu yatsıya dek yanarmış.

Sen yatsıyı bekleme, onu teşhis et.

Eğer biri konuşurken sıkça yemin ediyorsa, bil ki sözü yalandır.

Ancak kirli bilgi, yemine ihtiyaç duyar.

Ama sen asla yalan söyleme.

Bir yetkili düşün… Söylediği; doğru çıkmıyor, ‘medya yüzünden böyle oldu’ diyor. Bir görevli düşün; görevini kötüye kullanıyor, ‘yanlış anlaşıldım’ diyor. Bir insan düşün; beyanı yalan çıkıyor. Artı ona güvenir misin? Yalan beyan çağımızın illeti. Bilginin kirletilmesi. Bilgi bir kez kirlenince güveni de ortadan kaldırıyor. Güvensizlik, itibarı zedeliyor.

Bireyler arasındaki çatışmayı körüklüyor. Peki, bunlar yalan söyleme cesaretini nereden buluyorlar?  Yalanı, aptallığı, beceriksizliği ve kötü niyeti ortaya çıkınca insan utanmaz mı? Yalan; alışkanlık haline gelebilir.

Böyle olunca bizler, yalancının teflon kaplı yüzün boyasını dökmedikçe, sapla samanı birbirine karıştırır, sonra da ‘hayret, niçin bu noktaya geldik?’ diye tepki gösteririz. 

Rakamlarla oynayan, gerçekleri saptıran kadroların işin güçleştirmek gerekiyor. Aman bana bulaşmasınlar mantığı, bu insanlara cesaret veriyor.

Sonuçta şeffaf maskelerle dolu arenada verdiğimiz maskeli balo, bizi yalan denizinde boğabilir.

       YALANA İNSAN NEDEN İHTİYAÇ DUYAR?

DEVAMINI OKU

Sağlıkçılar ölüyor

GÖREV ŞEHİDİ SAYILSINLAR

Bizleri hayatta tutabilmek için hayatlarını kaybeden sağlıkçılarımız, şehit sayılsın.

Bizim için ölen bu insanlarımıza borcumuz yok mu?

Haberimiz var mı? Bizler düğünlerde, plajlarda, kulüplerde, vur patlasın çal oynasın tedbirsiz dolaşırken, sağlıkçılarımız teker teker ölüyor. Doktorundan hemşiresine, destek biriminde çalışanından hastane görevlisine dek ölüyorlar.

Koronalı hastalarla temas halinde olan bu insanlarımız, bizi hayatta tutmak için olağanüstü fedakarlık içinde gece gündüz çalışırken, sorumsuzlarımız maske takmamayı dahi maharet sayabiliyor. Geçenlerde ‘maskesiz haydutlar’ diye bir kamu spotu yazmıştım, yemediğim hakaret kalmadı.

Sağlıkçılarımız ölmesin diye onlara iş çıkarmayalım diyoruz. Bakanı, bakmayanı; ‘tedbir alın, sağlıkçılara iş çıkarmayın’ diye haykırıyor. Tedbirleri ciddiye alanları özenle ayrı tutarak diyeceğim odur ki sağlıkçılarımızı bu sorumsuzlar öldürüyor.

Önerim; Korona salgını sürecinde canla başla mücadele eden ve canından olan doktor, hemşire ve diğer sağlıkçılarımız; ‘GÖREV ŞEHİDİ’ sayılsın.

Bizim için ölen bu değerli insanlarımıza hiç değilse böylesi bir minnet duyalım.

          BİZİM İÇİN ÖLENLERE BORCUMUZ YOK MU?

DEVAMINI OKU

Hukuk yapay zekası

DAHA İYİ YARGI TÜRKİYE’NİN HAKKI

Hukuk sadece sosyal hayatla değil ekonominin sinir sistemi ve kan damarı gibidir.

Hukuk ne kadar iyi çalışıyorsa ekonomik başarı o kadar yüksek olur.

Daha İyi Yargı Derneği Başkanı Av. Mehmet Gün ile adli yıl başlarken yargının sorunlarını ve hukuk organik zekasını konuştuk. Gün; ‘sadece adli yıl değil, virüslere ve yapay zeka çağı başlıyor’ diyor.

Hukuk, yapay zekaya muhtaç ve acilen Milli Platform oluşturulmalı. Daha iyi bir yargı için bilgisayarları akıllıca kullanmalı. Danıştay’ın 15 günde yaptığı işi birkaç saniyede çözmek mümkün. Dünya hukuk yapay zekasını kullanmaya başladı bile.

Çağ, virüslerle mücadele; teknoloji, yapay zekâ ile refah çağıdır. Dünyaya virüsler ve yapay zekâ geliştirenler egemen olacak. İyi işlemeyen Yargı, tehlikeli virüs gibidir; hukuk düzenini zehirleyerek ülkeleri çürütür ve aniden çökertebilir.

Buna karşın saygın, şeffaf ve iyi işleyen Yargı ve sağlayacağı ileri hukuk düzeni; demokrasinin temeli, küresel rekabette ülkelerin sosyal, siyasal ve iktisadi güçlerinin kaynağıdır.

Eski alışkanlıkları bırakmak, hukukta da yapay zekâ çağını yakalamak şarttır. Türkiye; daha iyi bir yargıya muhtaçtır.

      SEN ADİL VE HIZLI YARGI İSTEMEZ MİSİN?

DEVAMINI OKU

Farklılığın muhteşem tadı

AŞURE MUCİZESİ

Nuh’un Tufan sonrası gemideki farklı canlılara ilk çorbası.

Adem’in tövbesinin kabulü,

Yusuf’un kuyudan kurtuluşu,

Kerbelâ şehadetinin günü.
10 farklı tat ama asla farklı tatları karıştırmak değil…

Her biri kendi tadıyla güzel 10 farklı malzemeden Muharrem’in 10’unda pişirilmeye başlanan Aşure tatlımız…

Birinin tadının ötekini baskılamadığı, damağın her farklı malzemeyi hissedebildiği, tarihsel geçmişe sahip Aşure

Anadolu Kazanı gibi… Farklılıkların zenginliğiyle ufukların efendisi olan Osmanlı gibi. Her rengini, lezzetini, tadını hissettirebilmenin muhteşem mucizesidir Aşuremiz…

Ancak bu farklı tatları alıp mikserde karıştırmaya çalışanların ıskaladığı; ortada tat, lezzet kalmayacağıdır.

Bütün farklılıkları ortadan kaldırıp mikserde karıştırınca artık tat değil, sağlıksız kaloriden söz etmiş olursunuz.

Her biri farklı geleneği, müziği, folkloru ve hayat tarzını barındıran insanları tornaya sokup sıradanlaştırmak, zenginlikten fukaralık üretmektir. Çok büyük akılsızlıktır.

Anadolu gibi binlerce yıldır onlarca uygarlığın beşiği olmuş topraklarda, farklılıkların lezzetini hatırlatır bize Aşure…

Herkesi aynı kalıba sokup uygarlık fukarası yapmayı değil.

        SENDEN FARKLI OLANDAN BU KORKUN NEDEN?

DEVAMINI OKU

Kriz sürecinde dönüşüm

DAHA İYİ BİR YARIN UĞRUNADÜNÜ GERİDE BIRAKABİLMELİ

Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutamazsın.

Korona sürecinde ya dünün anormaline dönecek veya yarının yeni normalini inşa edeceksin.

Tercihin; yarınını oluşturacak.

Dünüşüme ben; ‘daha iyi bir yarın uğruna, dünü geride bırakmak’ diyorum. Dünü inkâr etmeden, yarını tasarlamak.

Geleceği tahmin etmenin en verimli yolu, onu inşa etmektir.

Yarını dert etmeyenin yarını olmaz. Falcısından fütüristine, vizyonerinden liderine dek pek çok insan kurum, bir sonraki adımın nerede olacağını düşlüyor, araştırıyor, planlıyor.

Gelecek, arabanın ön camı gibidir. Gideceğin yerin adresi orasıdır. Gözü sürekli dikiz aynasında olan ya otoparktadır veya geriye gidiyor demektir. Geçmişi bu yüzden inkar edemeyiz. Arabasında dikiz aynası olmayan sürücü kendini tedirgin hisseder. Ardında bıraktığı yolu da bilmek ister.

Dilinden ‘sürdürülebilirlik’ kelimesini düşürmeyenlere bakın:

Eylemlerinden çok azı sürdürülebilirliğe hizmet ediyordur.

Önerim, daha iyi bir yarın tasarlamaktır. Dünün zihin yapısı ve bugünün verisiyle değil, yarının nerede şekilleneceğini araştırarak…

Korona ve ekonomik kriz, bize yarının farklı olacağını gösterdiyse bu yeni normale dönüşme zamanıdır.

        SEN KENDİ YARININI TASARLAYABİLDİN Mİ?

DEVAMINI OKU