Belge sapıklığına son

BAŞ BELASI BÜROKRASİ
e-Devlet çıktı, çok iyi işliyor.
Ama işin devlet dairesine düşmeye görsün;
Seni belge talebine boğacak birileri orada bekliyor.
Özel sektör farklı mı? Değil.
Sorun; zihindeki belge sapıklığımızda.

İşin tembellik ve beceriksizliği bir yana, her şeyi yokuşa sürmek için; belge sapıklığı başka bir yana…

Bürokratik oligarşinin en büyük silahı, belge talebidir. Toplumumuz yüzyıllardır yoğun ve katı bürokrasi ile yaşanmış olsa da bilişim imkânları sayesinde bu cendereden kurulması gerekirdi.

Ama olmadı, olmuyor, olamıyor. Bürokrasiyi düşman ilan edip, dışa açık büyüme dönemini başlatan Turgut Özal’dan bu yana; işleri daha kolay kılmak için çok şey başarıldı.

Misal şirket kurma kolaylaştırıldı, gümrük dönüştürüldü. e-devlet uygulamaları sayesinde dünün azap verici bürokratik işlemleri, etkin, güvenli ve çabuk halledilebiliyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, bu alanda devleti çevik kılmak için yoğun çaba sarf ediyor.

Peki sorun nedir? Sorun; zihinlerin hala ‘katı bürokratik yapılara’ kilitlenmiş olması. Üstelik sadece kamuda değil özel sektörde de yaygın. Kamu; ‘mevzuat’ der, özel; ‘şirket kuralı’ der.

Fotokopi mi kaldı, faks nedir yahu? Ayıptır.

       SEN BELGE OBUR GİBİ Mİ DAVRANIYORSUN?

DEVAMINI OKU

Sinyalsiz sürücüler

O SİNYAL KOLU İLE NE YAPMAYI DÜŞÜNÜYORSUN?
Trafikte iken kullanmıyorsun.
Sağa sola dönüşte elin ona gitmiyor.
Senin dışındaki canlılara da saygın yok.
Elin ona gitmiyor da sence o kol ne işe yarıyor olabilir?

Bilenleri özenle ayrı tutarak yazıyorum; aracınızda direksiyonun sol tarafında bir kol var: aşağı yukarı hareket edebilen bir kol… Trafikte sağa sola dönüşlerimizde bizi takip eden sürücünün kontrollü bir şekilde seyrini, bizimle mesafesini ve ne zaman ne yapacağımızı işaretle bildirir.

Sinyal kolunu kullanmanın size ve sizi takip eden sürücüye can güvenliği açısından son derece önemli olduğu aşikâr…

Ancak bunu gerektiğinde kullanmayan hatta araç kullanırken  eli o kola gitmeyen sürücülere lâfım olacak.

Sinyal vermemek, cezaya giriyor. Şimdiye dek sinyal kolunu gerektiğinde kullanmayana ceza yazıldığını görmedim, duymadım. Fakat sinyal konulunu kullanmayan sürücülerin sebebiyet verdiği kazalar ortada…

Sinyal kolunu icat eden, onu direksiyonun yanına neden koymuş olabilir? Sürücü kitaplarında tanımı; hangi yöne gideceğini senin dışındaki canlılara bildirmek yazıyor da…

Biz mi canlı değiliz yoksa siz mi insan değilsiniz?

         TRAFİKTE SİNYAL VERSEN ÖLÜR MÜSÜN?

DEVAMINI OKU

Anlık öfke öldürür

KADINA ŞİDDETE KARŞI ÖFKE KONTROL DERSİ
Anlık öfke; ölüm getirebiliyor.
Oysa öfke kontrolü mümkün.
Eğitim sayesinde öfke kontrolü öğrenilebilir.
Böylece kurbanı mezara, öfkelenen hapse gitmez.

Gün geçmiyor ki kadına yönelik şiddet; gündem olmasın…

Öfke her yerde ve insanlar, öfkelerini kontrol edemediği için facialar doğuyor, cinayetler işleniyor, insanlar ölüyor.

Öfke, insani bir duygudur ancak kontrol edilemediğinde felakete yol açtığından, kontrol edilebilmesi gerekecektir.

Öfkenin nasıl kontrol edileceğine dair yığınca kurum, eğitim vermeye başladı bile. Ancak eğitime ilköğretim sürecinden başlanılması halinde, öfkesini boşaltırken kendisine ve başkalarına zarar vermesi sınırlanabilir hatta önlenebilir.

Tartıştığı eşini yaralayan veya öldüren vakalar incelenince genelde varılan sonuç; anlık öfke  patlaması olduğudur. Trafikte yol vermediği için silahına davranan, tartıştığı birini öfke seline kapılıp öldüren, kadına şiddet uygulayan.

Önerim; psikolog, psikiyatrist ve eğitimcilerin ortaklaşa geliştirecekleri müfredatın biran önce zorunlu ders haline gelmesidir. Ancak bu sayede anlık öfke patlamalarının nasıl yönetileceği öğrenilir. Biri mezara diğeri hapse gitmez.

           SEN ÖFKENİ KONTROL EDEBİLİYOR MUSUN?

DEVAMINI OKU

Şirket duvar yazıları

KURUMSAL MUSKALAR KURUMUNU KORUMAZ
“Vizyon-Misyon-Değerler” tabelaları asmaya gösterdiğimiz DİKKAT kadar, bunları benimsemek için RİKKAT göstersek?
Dikkat AKLIN odağı, rikkat ise KALBİN odağıdır.

Kim yazıyor bu yazıları duvara; bilinmez… ‘Vizyon –Misyon-Değerler’ diye başlamıyorlar mı, kanım tepeme çıkıyor. Kurumda hangi yönetim katına çıksan, duvarda aynı şeyler; Vizyonumuz… Misyonumuz… Değerlerimiz

Üçü bir arada kullanılınca kurumsallaşmaya iyi geldiğini filan sanıyoruz. Batılı; ‘guru’lar öğütlemiş biz de yazmışız.

Bize misyon da lazım. Yeter mi? Yetmez; ‘değerlerin’ yoksa değerin de yok. O halde şirket duvarına KDV levhası gibi Değerlerimiz layihası şart(!) İnanmasak, umursamasak da…

Dürüstlük pek revaçta, müşteriye saygı da öyle… Çalışan memnuniyeti, sosyal sorumluluk gibi hikmetli lafları da alt alta yazdık mı, kurumsal muskamızı artık duvara asabilir miyiz? Asarız tabii; kim tutar bizi.

Oysa kendimize ait olan özdeğerlerimizi dikkate alsak, duvarlarımızı; ondan bunda apardığımız muskalarla doldurmasak? İçselleştirmediğimiz emanet sloganlarla kurumsallaşmanın olamayacağı gerçeği ile yüzleşsek ve inandıklarımız üzerinden yürüsek?

   SLOGANLAR ŞİRKETİ KURUMSALLAŞTIRIYOR MU?

DEVAMINI OKU

Cennet vatanda cinnet

GAYRET YOKSA SIÇRAMA OLMAZ
Sürekli geçmişiyle övünenler, patatese benzer;
İyi tarafları toprağın altında kalmıştır.
Bize bu cennet vatan atalarımızın gayretiyle kaldı.
İyi de biz torunların gayreti yoksa sıçrama olmaz ki

Zenginliği; gayrete dayandırmak yerine, mirası üzerinden anlatmayı seven ruh halimiz var. ‘Cennet vatan’ ile övünüp, eylemleriyle; ‘cinnet vatanı’ inşa eden tutumumuz sürüyor.

Petrolümüz var (!) ama çıkaramıyoruz. Uranyum da öyle…

Hele ki bor, dünyayı sallayacağız ama…

Fındığın üçte ikisini biz üretiriz ama fiyatını Avrupa belirler.

Çayın iyisi bizde ama Zihni Derin’den beri fidanına bilim katamadık.

Peki ya üniversitelere ne demeli? Bin kişiye düşen hoca, profesör sayısında ilk 10’a girdik bile. Ancak elin oğlu bizim ülkede bilim insanı, matematikçi bulamadığından, gider parayı Rusya’da Yandex’e yatırır.

Faunası, florası, 4 mevsimi, 7 iklim bizde, suyumuz havamız şahane ama endemiklerimizin bilgisini İsrail’den, Amerikalılardan dinleriz. Bize kala kala Pandemisi kalır.

Bana göre eksik olan, organize gayrettir. Gayretlilerimiz işbirliği yapabilse, süreçlerimiz daha akil olsa, Türkiye’yi zıplatmak işten bile değildir.

Potansiyeliyle övünenlerin gayreti eksik olunca sıçrama başarılamıyor.

        SENİ POTANSİYELİNE ERİŞTİRMEYEN NEDİR?

DEVAMINI OKU

Çalışkan memur ile çalışmayan ayrışsın

TESTİYİ KIRANLA SUYU GETİREN BİR TUTULAMAZ
Çalışkan memur da yan gelip yatanından şikayetçi.
Kamu çarkını yavaşlatan memur; devleti itibarsızlaştırır.
Memurların performans sistemi güncellensin.
Daha etkin işletilsin.

Kamuda performans sistemi yeterince iyi çalışıyor mu?

Daha önemli soru; çalışmalı mı? Bence evet… Yıllar boyu getirilen değişikliklerden gördüğüm; her 5 memurdan ancak 1’i bu performans sisteminden memnun. 5 maddelik öneri;

1-performans ölçütleri mutlaka güncellensin. Mesleği için fedakarlık yapan ile yapmayan farkı; kesin ortaya çıksın.

2-Memur artık şu kravat-ceket-takım elbise kalıbından kurtarılsın. Boyun kartı sistemi gelsin. Örneğin Kırşehir gibi kışları soğuk yazları sıcak bir yerde görev yapan; kışın kazak, kadife pantolon giyemez, yazın tişörtle gidemez.

3-Eşit işe eşit maaş ilkesi kamuda mutlaka uygulansın.

4- Çalışma hayatında kadın-erkek eşitliği dikkate alınsın.

5-Liyakat sistemi, gerçek manada, her yerde çalıştırılsın.

Daha nitelikli kamu hizmeti için memuru dönüştürmek şart.

         YAN GELİP YATAN MEMURLARDAN MISINIZ?

DEVAMINI OKU

Maskesiz haydutlar

YÜRÜYEN KORONALARI UYARAN YANDI
Temizlik, Mesafe, Maske; TAMAM da…
Maskesiz dolaşan, uyarınca darp eden haydutları uyaramıyorsun bile…
Acaba Alo 184 benzeri #MaskesizHaydut hattı kursak, uyarınca darp edilmesek?

Haydut dediğin maskeli olur. Bunlar maske takmıyor. Sen zaten Korona sebebiyle tedirgin, Temizlik, Mesafe, Maske tedbirleri ile TAMAM dolaşırken, yasağa, cezaya rağmen maske takmadan kalabalıkları tehdit edercesine dolaşanlar var. Uyarmak mı? Size saldırıyor, hakaret ediyor, hatta şiddete başvuruyorlar. Peki, kim bunlar? Edepsiz, maskesiz haydutlar. Yasa tanımaz, kurala uymaz, toplum zararlıları…

Maskesini çenesinde sallandıran, dirseğine takan, salgından korkmamayı cesaret gösterisi yapan maskesiz haydutlar…

Eskiden bankaya maskeyle girmek panik sebebiydi. Şimdi maskesiz giren; telaşa yol açıyor zira Korona var. Sorun şu ki sistem şiddetten yana olanı koruyor gibi. Hamile kadının içinde olduğu aracı tekmeleyeni karakol kapısında karşılar ve sırtını sıvazlayıp salıverirsen, müeyyide yok diye maske takmak şöyle dursun, ikaz edince sana saldırabiliyorlar.

Ceza yok, caydırıcı tedbir yok, ikaz edeni yediği dayakla baş başa bırakmak var. Polis; ‘işim değil’ der ise ne çare?

        TOPLUM ZARARLILARI NEDEN KORUNUYOR?

DEVAMINI OKU

ELTİKRASİ yönetimi

ŞİRKETİNİZ, AİLENİN OYUN BAHÇESİ OLMASIN
Sadece eltiler, görümceler değil, damatlar, bacanaklar, yengeler, şirketin yönetiminde söz sahibi olunca; o şirket kurumsallaşamıyor ve uzun ömürlü olamayıp batıyor.

Hayır; yanlış yazmadım ve bu başlığın elitokrasi (seçkinler yönetimi) ile alakası yok. Bu; daha ziyade bizimle ilgili

1 milyon 300 bin KOBİ’mizin ‘uzun yaşamayışının’ baş sorumlusu… Kurumsallaşamayan aile şirketlerimizin can düşmanı… Kapanan firmaların ekseriyetinin ölüm sebebi

Aslında elitokrasi; bir ulus içinde halktan, gerçeklerinden kopuk yaşayanların yönetim iştahı diye tanımlanırsa, eltikrasi de benzer dinamizme dayanıyor; şirketin piyasa gerçeklerinden ve iş hayatından kopuk bir grup insanın (eltiler ve yengeler, damatları, gelinleri de katabiliriz), aralarındaki yıkıcı rekabetle aile şirketini krize sokmaları.

Son 10 yılda kurulan her 10 şirkete karşılık 4 şirket kapandı; Sebep; ‘kardeşler kavgası.’ Peki, bu kardeşler neden geçinemez? Çünkü KOBİ kurumsallaşmamıştır. Elti- gelin savaşları, ortakları birbirine düşürmüş, hanede kalmayan huzur, şirketi kapanmaya sürüklemiştir.

Eltiler şirketi nasıl yönetiyor dersiniz? Eşine sorusuna bakın;

       SEN NEDEN ABİNDEN ERKEN İŞE GİDİYORSUN?

DEVAMINI OKU

Göğü soğutamazsın

GİZLİ KAYNAĞIMIZ ENERJİ VERİMLİLİĞİ
Aydınlatma, elektrik faturasının %5’i tutuyor.
Asıl maliyet; soğutma ve ısıtmadan geliyor.
Üstelik soğutma, ısıtmanın 3 katı…
Yalıtım sayesinde faturayı %50 azaltmak mümkün.

Yaz aylarında klimaların, kış aylarında ısıtıcıların elektrik faturası can yakar. Buzdolabı ve aydınlatma ise 7/24 ve 52 hafta boyunca enerji harcar.

Hani enerji tasarrufu her gündeme geldiğinde, iki ampulden birini söndürüyorduk ya meğer toplam faturanın %5’ine denk  gelen aydınlatma masrafından kısıyormuşuz. Üstelik ışık konforumuzu daraltarak…

Oysa bir evin enerji faturasının %80’ini, ısıtma ve soğutma enerjisi oluşturuyor. Enerji obur binaların asıl büyük derdi; soğutma ve ısıtma giderleri ve bir alanı soğutmak için harcadığımız enerji, ısıtmandan 3 kat fazla!

Hal böyle olunca enerji verimliliğinin omurgasına ısı yalıtımı oturuyor. Yetmiyor; aynı omurgada verimli teknolojileri kullanmama, binaları, tesisleri enerji verimini gözeterek tasarlamama gafletimiz söz konusu…

Kentsel dönüşüm gündemde… Halen üçüncü sürüm konutlarda oturuyoruz ama kötü yalıtım yüzünden enerji israfımız zıplayıveriyor.

Elektrik faturasını %50 azaltmak elimizde…

         ISI YALITIMI YAPSAK GÖĞÜ ISITMASAK?

DEVAMINI OKU

İnekler sağılmıyor

SEN AĞA BEN AĞA… İNEĞİ KİM SAĞA?
Yaylaya Yeşil Yol yaptık, beton arttı…
Oysa amacımız; turist gelsin üretim artsın idi.
Yaylaya süt götürülür mü? Götürüyoruz artık.
Meralar; inekleri değil, betonu otlatıyor.

15 yıldır yazın en az 1 ayımı yaylalarda geçiririm. İnternet sayesinde burada çalışırken dağ bayır dolaşır, tabiattaki değişimi, sosyo-kültürel farklılaşmayı gözlemlerim.

Son 10 yıldan bu yana gördüğümü şudur; hayvan sayısı azalmış beton sayısı çoğalmış. Beton da bize süt vermiyor. Bunun için inek gerek, koyun keçi gerek

Artık İnek sağılmıyor, daha doğrusu onları sağıyoruz da sayıları azalıyor. Merayı, yemi bahane edip süte hasret ulus haline geliyoruz. Tarım sanki utanılacak bir şeymiş gibi; ‘efendim zengin olmak için bilişimde teknolojide üretici olmak bize yeter’ gibi tuhaf fantezilere saplanıyoruz.

Oysa Korona, gıdanın ne denli hayati olduğunu bir kez daha gösterdi bize. Ülkede güçlü sanayi mutlaka olmalı fakat yalnızca makineler ile çocuklarımıza sofra donatamayız. Silahla vatanı koruruz ama içecek suya da ihtiyaç var.

Sorum şu; Biz tarımdan uzaklaşmalı mıyız? Yaylamıza şehirden süt götürülür mü?

İnek sağamıyorsak bizi inek gibi sağan yabancılar çıkar.

         BİZ ÜRETMEZSEK BESİN NEREDEN GELECEK?

DEVAMINI OKU